16 Eylül 2015 Çarşamba

ANALAR AĞLAMASIN

ANALAR AĞLAMASIN

   Hükümetimizin son yıllarda terör karşında ürettiği en güçlü slogan “Analar Ağlamasın”.Gerçekten bu slogan duyguların ,sevgi ve umutların en güzeline dikkat çekerek başarıya ulaşma amacı ile ön plana çıkarılmış görünüyor.Bu önemli bir slogandır.
Peki düşünüyor muyuz,benim anam niçin ağlıyor,kim ağlatıyor anamızı?Teröristinkini asker, askerinkini terörist.Cevap ne kadar basit değil mi? Böyle düşündüğümüzde asker ve terörist kavramları kafamızda eşitleniyor gibi. Çünkü “ana” ortak noktasında terörist te ,Mehmetçik de birleşiyor. O halde analar ağlamasın. 
Neden ikisinin de anası ağlıyor? Mehmetçik kim,silah kullanma ve gerekirse öldürme yetkisini nereden alıyor? Peki terörist kim, köy basıp çocuk,genç,ihtiyar,kadın,erkek demeden,sivil-polis-asker demeden kaçırma,öldürme yetkisini nereden alıyor? Gelinen bu noktada Mehmetçiğin yetkisini yasalardan dolayısı ile TBMM’den yani Türk Milletinden aldığını ve yetkisini hukuk çerçevesinde kullandığını unutmamız gerekiyor galiba. Peki terörist nereye dayanarak katliamlar işliyor? Kandile yada İmralı’ya dayanarak mı? Böyle bir hukuk var mı? Bu çelişkiyi “Analar ağlamasın” sloganı ile çözemeyiz. Mehmetçikle teröristi aynı kefede toplayıp, barıştırın şu çocukları diyemeyiz. Analar içinde böyle.
Vakıanın temel nedenleri üzerinde düşünmemiz istenmiyor,gerek yok.Çünkü toplum düşünmez,yönlendirilir.Toplumsal eylemlerde bile öyledir.Gerçi geleneksel bir eylemimizde yoktur.Bu yüzden provokasyon tehdittir.Gelenekselleşmiş olanlar dini eylemlerdir,bayramlar,kandiller gibi.

                                   HER İNSAN İSLAM FITRATI ÜZERE DOĞAR

   Hz.Peygamber (SAV) “-Her insan İslam fıtratı üzere doğar.Sonra onu anne-babası Mecusi,Hristiyan yapar.” Buyurmuştur.Anne ve babanın, çocuğun ilerideki alacağı kimlik , kişiliği ve inançlarına ilişkin etkisine dikkat çekilmiştir.Anne-Babanın davranışları,sözleri,çalışma şekli,hassasiyetleri,kutladığı gün ve bayramlar,yediği ve içtiği yani her şey bunun içerisinde...
Doğduğunda Allah’ın bir rahmet ve rızkından anne sütü ve kucağı ile tanışan ve hayata tutunan bebek, annesinden duyduğu sevgi sözcükleri ve eylemleriyle yetişir. Aslında çocukla kurduğumuz bu iletişim biçimi onun gelecekteki hayatını şekillendirecektir. Bebeğin kulağına söylediğimiz ninniler, türküler onun doğaya, insanlara bakışını etkileyip oluşturacaktır.Acaba bebeğimizin kulağına ne fısıldıyoruz? Hangi ninnileri söylüyoruz? Başta söylemiştik, askerin anası da ağlıyor, teröristin anası da.Acaba sokakta polise taş atan,kamu binalarını yakan,işine,okula gitmek için durakta bekleyen masum insanların üzerine Molotof kokteyli atan teröristin anası o çocuğun kulağına hangi ninnileri söyledi, hangi türküleri fısıldadı, hangi sevgi(!) sözcükleriyle yüzünü okşadı da ciğerparesi, biricik evladı silahı aldı dağa çıktı, ölüm makinesina dönüştü?Bir öğretmen arkadaşım anlatmıştı derste bir öğrencisi demiş ki”-Öğretmenim biz Türk değilmişiz.” Körpecik beyinleri ilkokul çağında “ötekileştirme” kodlarını işleyen nasıl bir anlayıştır? Çözün şimdi bu denklemi.

SONUÇ

   Çevre ile ilişkileri normal şekilde işleyen insanlar, annelerinin, okula ,sokağa ,işe, sınava giderken,uykusunda kendileri için yaptıkları duaları bir hatırlasınlar.Şiddet,bela,kin-nefret,ırkçılık,ayrımcılık,bölücülük içeren bir sözcük bulabilirler mi? Anasının ninnisinde kin ve nefrete ait en ufak bir kırıntı duymuşlar mı? Ben duymadım. Annemi ne polisin karşısında taş atarken, ne askerin karşısında görmedim. Bundan dolayı polis ve askerin karşısına ne elimde taş, Molotof ne silahla durmadım. Çünkü ne annemde ne babamda böyle bir hak arama şekli görmedim. Eğer haksızlık varsa bunun nedeninin öğretmen, hemşire, doktor, asker, polis olmadığını çok iyi biliyorum.
Çözüm anada bitiyor.Ananın ninnisinde,ninninin dokuduğu kodlarda.Duasında,nasihatlarında.Bir bakışıyla çocukları dizinin dibine mıhlayan bakışında.Merhametinde,tertemiz helal sütünde...
"Cennet anaların ayağı altındadır."

10 Mayıs 2015 Pazar

MEZHEP VE İLK ANLAŞMAZLIKLAR

MEZHEP VE İLK ANLAŞMAZLIKLAR?
  
Kelime olarak mezhep “gidilen yol” demektir.Kavram olarak mezhebi tanımlamak zor olsa da bir fikir vermesi bakımından bir tanım yapabiliriz:”Mezhep,dini günce meseleleri bir sistem içinde çözmeye çalışan sistemlerdir.
  Mezhepleri konu alan mezhepler tarihi kitaplarının önceden “Makalat,Milel-Nihal,Fırak-Fırka “ olarak isimlendirildiğini ve mezheplerin bu isimlerle anıldığını söylemekte yarar vardır. Ancak Prof.Dr.Hüseyin Atay’a göre bu konuda yazılmış eserler fikir tarihi olmaktan uzak görünümdedirler. Sadece fikirleri ve sahiplerinin kimler olduğunu ortaya koyarlar.
  Fırka kelimesi “FRK” kökünden “iki şeyin arasını ayırmak, birinin diğerinden ayrı olduğunu ortaya koymak, her birinin ayrı meziyetleri, imtiyazları bulunduğunu kabul etmektir. Al-İmran Suresi 103.ayette “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın, ayrı ayrı olmayın” ifadesindeki “vela teferreku” fırka fırka olmayı,ayrılmayın,bölünmeyin anlamındadır. Al-i İmran Suresinin 103. Ayetine bakıldığında fırkalaşmanın kötü bir eylem olduğu anlaşılabilir. Ancak Al-i İmran suresi 103.ayette konu edilen fırkalaşma konusunda kafa yormak gerekmektedir. Hangi tür fırkalaşmalar bu kapsam içinde değerlendirilmelidir?
   Mezhepler tarihçileri mezhepleri üç grupta değerlendiriler,siyasi,itikadi ve ameli.Siyasi  ve itikadi mezhepler Müslümanlar arsında fırkalaşmaya neden olurken, ameli mezhepler zenginlik ve hareket genişliği sağlamıştır.(Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku,O.Keskioğlu) Müslümanlar arasındaki anlaşmazlıklar Peygamber (SAV) zamanında derhal çözülüyordu. Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer döneminde de böyle oldu. Hz.Osman döneminde ihtilafa düşenler hücuma uğramış,Hz.Ali Döneminde ise kılıç konuşmuştur. Emeviler dönemi ise bölünme ve savaşların yaşandığı dönemin başlangıcı olmuştur.
  Hz.Peygamber (SAV)’in bir hadisinde de “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” Buyurulur. Diğer bir hadisteyse “Ümmetim dalalet üzerine birleşmez.” Buyrulmuştur. Al-i İmran 103.ayet ve önümüzdeki iki hadisi nasıl değerlendirmek gerekecektir? Bunun yanında mezhepler tarihi kitaplarına konu olmuş “…ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri dışında hepsi Cehennem’dedir.Bu tek fırka da Cemaattir.” Hadisi vardır. Söz konusu hadis başka senetlerle de küçük farklılıklarla nakledilmiştir. Bu rivayette kurtuluşa eren fırka için Peygamberimiz “O Benim ve ashabımın üstünde olduğu fırkadır.” Buyurmuştur.
   Şehristani el-Milel ve’l Nihal isimli kitabında, Abdulkahir el Bağdadi el Fark Beyn’el Fırak isimli eserinde Müslümanlar arasında çıkan mezhepleri 73 sayısına tamamlayıp, dondurmaya çalışırlar. Hadiste geçen 73 sayısı gerçek bir sayı mı yoksa çokluk ifadesi için mi kullanılmıştır. H.Atay’a göre bu sayı çokluk ifade etmektedir.

MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ İLK İHTİLAFLAR
   
  Şehristani Müslümanlar arasında çıkan ilk anlaşmazlığın Huneyn günü Hz.Peygamber(SAV)’in ganimet taksimini beğenmeyen Zi’l Huvaysira et- Temimi’den geldiğini ifade eder.Zi’l Huvaysıra ile Hz.Peygamber arasında şöyle bir konuşma geçmiştir:
   -Adil ol ey Muhammed!
  -Ben adil değilsem, kim adil olabilir?
  -Yaptığın taksim Allah’ın rızası gözetilmemiş bir taksimdir.(Buhari,Müslim)
 
Allah Rasülü’nün sünnetine ilk karşı çıkış böylece gerçekleşmiş oldu.Zi’l Huvayrısa daha sonra teşekkül edecek olan Haricileri kurucularından olacaktır. Hariciler “Hüküm Allah’ındır.”  Sloganını kullanmış, bu slogan etrafında örgütlenmişlerdir.
  Hz.Peygamber (SAV)’in sünnetine karşı çıkışın en önemli gruplarından biri de Medine münafıklarıdır. Uhud savaşından sonra ortalığı fesada vermeye kalkmışlardır.(Bkz.Al-i İmran/154,156)
  Müslümanlar arasında ortaya çıkan  ve   ayrılıklara neden olan olan Hz.Peygamber(SAV)’in vefatıyla sonuçlanan hastalığında:”-Bana kalem ve kağıt getirin, benden sonra sapmamanız için size bir yazı yazayım.” Buyurdu. Hz.Ömer:”Allah resulüne hastalığın ızdırabı galebe çalmıştır.Bize Allah’ın kitabı yeter.”Dedi.Bunun üzerine laf çoğaldı. Hz.Peygamber (SAV):Çekilin yanımdan. Benim yanında çekişme olmaz.” Dedi.
  Müslümanlar arasında gerçekleşen ihtilaflardan biri de Peygamberimiz vefat ettiğinde Hz.Ömer(RA):”Hz.Muhammed (SAV) ölmedi.Hz.İsa gibi göğe çekildi. Onun öldüğünü söyleyeni bu kılıcımla katlederim!” Dedi.Buna karşılık Hz.Ebubekir(RA)”-Kim Hz.Muhammed’e ibadet ediyorsa iyi bilsin ki O vefat etti.Kim Hz.Muhammed’in rabbine ibadet ediyorsa bilsin ki O ölmez,  yok olmaz” Dedi ve Al-i İmran Suresi 143.ayet-i kerimesini okudu. Bunu üzerine Hz.Ömer “Onun vefatı beni öyle hayret ve dehşete düşürmüştü ki,Ebubekir  okumazdan önce sanki bu ayeti hiç işitmemiş gibiydim.” Dedi (el-Milel ve’l Nihal,eş-Şehristani s.23)
  Peygamberimizin defin yeri de ilk yaşanan ihtilaflardandır. Bu mesele de Hz.Ebu Bekir (RA) Peygamberimizden naklettiği “Peygamberler,öldükleri yere defnedilirler.” Hadisi ile çözülmüştür.
  Müslümanlar arasında çıkan en önemli ihtilaf Hz.Peygamber(SAV)’in vefatından sonra imamet-hilafet konusunda olmuştur. Beni Saide’nin avlusunda toplanan Müslümanlardan ensar Sa’d b.Ubade’yi halife adayı olarak belirlemişler, buna karşılık muhacirin de bir halife seçmesini böylece iki halife olmasını önermişlerdir. Hz.Ömer:”İmamlar Kureyş’tendir.” Diyerek tartışmayı sonlandırmış, Hz.Ebu Bekir’e elini uzatarak biat etmiştir. Arkasından önerilerinden vazgeçen ensar da biat etmiştir. Ancak Hz.Peygamber (SAV)’in defin işleri ile uğraşan Hz.Ali’nin kullandığı iddia edilen:”-Halifeliğin benim hakkım olduğunu sanıyordum.” Sözü  sonra ki dönemlerde oluşan Şia’nın geliştirdiği argümanın dayanak noktasını oluşturmuştur. Ebu Süfyan’ın Hz.Ebu Bekir’e biat etmediği Şehristani tarafından ifade edilir.
  Müslümanlar devam eden zaman içinde de bazı konularda anlaşmazlığa düşseler de anlaşmazlık konularının sadece düşünce ve söylem bazında kaldığı ,Müslümanların fırkalaşmadığı görülmektedir.İlk anlaşmazlıkların daha çok siyasi konularda olduğu görülmektedir. Siyasi anlaşmazlıklara zaman içinde itikadi farklılaşmalar eklenmiştir. Hz.Osman (RA) döneminde yaşanan tartışmalar, Hz.Osman’ın şehit edilmesi, Hz.Ali’nin hilafetinin Emevilerce tanınmaması, Hz.Ali’nin Haricilerce şehit edilmesi Müslümanlar arasındaki fırkalaşmayı davet etmiştir. Özellikle Emeviler döneminde kader konusunun sıkça tartışıldığı görülmektedir. Kader konusunun tartışmaya açılması Emevilerin meşruiyet kazanma çabalarının bir sonucu gibi görülmektedir.
  Fırkalaşmayı oluşturan etkenlerin başında dönemin siyasi erki elinde bulunduran yönetimlerin tutumları gelmektedir. Haricilerde olduğu gibi siyasi beklentilerini din haline getiren gruplar türemiş,”Allah adına konuşan” fırkalar türemiştir.

EHL-İ SÜNNET NEDİR?

 Ehl-i sünnet Kur’an ve Sünnet sınırları içinde kalan ,Bakara suresinin ilk beş ayetinde özetlenen Müslümanlardır:
1. Elif. Lâm. MÎm.

2. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.

4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.

5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.

Talat TÜRKMEN



21 Nisan 2015 Salı

İMAM-I AZAM EBU HANİFENİN FIKIHTAKİ METODU

   Şüphesiz İmam-ı Azam Ebu Hanife dönemin en önemli fakihiydi. Onun geliştirdiği yöntem içinde devrin fıkıh bilginlerince kullanılmayan Rey-Kıyas delilini içerdiği için eleştiriye uğramıştır. Ancak İmam-ı Azam geliştirdiği yöntemle fıkıh bilimini çok sağlam temeller üzerine oturtmayı başarmıştır.
  İmam-ı Azam Ebu Hanife yöntemini şöyle anlatır:”Ben Allah’ın kitabıyla hüküm veriyorum. Kitap’ta bulmazsam Resulallah’ın sünnetine sarılıyorum. Eğer aradığımı Kitap ve sünnette bulamazsam, Allah Rasulünün ashabının sarılıyorum. Fakat sahabeden dilediğimin sözünü alıyor, dilediğimin sözünü bırakıyorum.Sahabi olamayanın sözlerini almıyorum.” El-Mekki Ebu Hanife’nin yöntemini anlatırken şu ifadeleri kaydeder:-Ebu Hanife’nin görüşleri güvenilir olana dayanmak, güvenilmez olandan kaçınmak, insanların uygulamalarına bakmak, insanlar arasında pürüz çıkarmayan ve işlerin yolunda gitmesini sağlayan esaslara dayanmak üzere kuruludur. Ebu Hanife’nin yönteminde başvurduğu deliller şöyle sıralanır:
1.Kitap
2.Sünnet
3.Sahabe sözleri
4.Kıyas
5.İstihsan
6.İcma
7.Örf(Gelenek)
  
   Muhammed Ebu Zehra,Ebu Hanife’nin metodunun temel karakteristiğini iki maddede özetler.
1.Ticaret ruhu(Yarar ilkesi olmalı)
2.Fıkhın kişisel özgürlükleri gözetmesi
   İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin fıkıhtaki yöntemi Hz.Peygamber (SAV)’in Muaz b.Cebel’i vali olarak gönderirken öğrettiği yönteme benzer. Bu ,Kitap, sünnet ve reydir. Aynı yöntemi Hz.Ömer Kadı Şureyh’ öğütlemiştir.
   Ebu Hanife sünnete muhalif olmakla suçlansa da O buna sağlığında cevap vermiştir: “Bizim kıyası nassa takdim ettiğimizi söyleyen yalan söylüyor ve biz iftira ediyor. Nass bulunduktan sonra kıyasa ihtiyaç kalır mı”
   İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin yukarıdaki cevabı ameli mezheplerin görev alanını da çizer. Hakkında nass bulunan konularda içtihad edilmez. Ebu Hanife hadislerden mütevatir olanları yönteminde kesin olarak kullanmış, meşhur hadislerse sınırlı olarak kullanılmıştır.
   Ebu Hanife’nin geliştirdiği kıyas yönteminin günümüzdeki en büyük yararı güncel dini meselelerin çözümünde kullanılmaya elverişli olmasıdır. Şüphesiz ki kıyas fıkıh alanındaki daralmanın da açılmasındaki önemli bir yöntemdir.
 

   Ebu Hanife’nin geliştirdiği yöntem meseleleri başarıyla çözdü. Günümüzde milyonlarca Müslüman güncel meselelerin çözümünde onun yönteminden yararlanıyor. Yöntemi işe yaramayan mezheplerse zamanla yok oldular. 

17 Nisan 2015 Cuma

KANTIN DİN FELSEFESİ
   I.Kant’ın(1724-1804) din ilgili görüşlerini anlattığı en önemli eseri “Saf Akıl Sınırları İçinde Din” isimli eseridir. Kant dinden söz ederken dinleri ikiye ayırır, rasyonel din ve tarihi din. Fakat hiçbir nitelik eklemeden dinden bahsetmek gerekiyorsa Kant’a göre o din rasyonel dindir. Gerçek ve evrensel din rasyonel dindir. Çünkü akla dayanır.
   
   Kant’ın bir dinde aradığı en önemli özellik kavranabilir akli nitelikleri içeriyor olmasıdır. Ona göre Yahudilik, Hristiyanlık, İslam inanç olabilir ama din olamaz. Çünkü bir tek din vardır. O rasyonel dediği akıl dinidir.
   
   Kant’a göre dinin can damarı, insan hayatında ahlakın gerekliliğine inanmadır. Felsefe bakımından dinin özünü ahlak fenomenleri oluşturur. Din ahlakın buyruk olarak görülmesidir. Ancak ahlakın belirleyicisi Allah değil akıldır. İçimizdeki ahlak kanununu her ne kadar bizi Allah’a ulaştırsa da, ahlak kanunlarının koyucusu akıldır. Bu düşüncesinden dolayı Kant bir teist olarak değerlendirilebilir. O Allah’ın varlığını inkar etmez. İlahi irade ile insan aklını çatıştırmak ta istemez. Ancak ilahi iradeye de bir şey bırakmaz. Yani şöyle diyor, tanrı beni yaratmış olabilir ancak bana karışamaz. Tanrının belirleyiciliği aklın özgürlüğüne aykırıdır.  
   Tanrı var olmalıdır. Evrende eylemlerde bulunan insan tabiatın ve kendisinin yaratıcısı, nedeni olamaz. Mutluluğu da sırf kendisi istediği için aklın ilkeleriyle uyumlu hale sokamaz. En yüksek iyinin gerçekleşmesi, en yüksek asil varlığın var olması ile mümkündür. Çünkü en yüksek iyinin, ahlaklılığın insanı mutluluğa götürmesi gereklidir. Mutluluk tanrının varlığı ile mümkündür. Yani, Tanrı yoksa neden iyi olmalıyım? İyi olmanın tek gerekçesi tanrının var olmasıdır. Buradan Kant’ın ahiret inancına sahip olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Ancak ahiret konusunda Kant’ın yorumda bulunması mümkün değildir. Çünkü aklın sınırları dışındadır.
   
   Kant’ın bu görüşlerini değerlendirdiğimizde onun tanrının varlığına inandığı için teist, ancak tanrının insan aklı için bir belirleyici, ilke koyucu, yol gösterici tarafını reddettiği için deisttir.
   Kant’a göre tarihi dinler(İslam, Yahudilik, Hristiyanlık) evrensel değildir. En belirgin özellikleri vahye dayandıklarını iddia etmeleridir. Tarihi dinlerden ahlakı desteklemeleri bakımından yararlanılabilir. Kant kategorik olarak vahyi inkar yolunu seçmez. Vahyin imkanı ve ve araç olarak gerekliliği ve geçerliliği konusunda akıl hiçbir şey söyleme yetkisine sahip değildir.
   Görülüyor ki Kant dini sadece aklın sınırları içerisinde mümkün görmektedir. Dinin geçerliliği evrensel ahlak kuralları ile mümkündür. Ahlak kuralları “mutlak zorunluluk” taşımalıdır. İnsanını yükümlülük nedeni tanrıdan gelenden değil, saf aklın kavramlarında aranmalıdır.


Talat TÜRKMEN

29 Mart 2015 Pazar

SÜNNETİN KAYNAK OLMASI TARTIŞMALARI
  
  Kur’an-ı Kerim’in ana kaynak olduğu konusunda hiçbir tartışma söz konusu değildir. Kur’an ana kaynak olmanın yanında sünnet, icma , kıyas gibi dini delillerin kaynağı ve temel çerçeveyi çizen temel kaynaktır.
  Sünnetin tanımlanması konusunda İslam bilginleri ilgili oldukları alana göre tanımlama yoluna gitmişlerdir.Örneğin,hadisçiler sünneti “Şer’i hüküm bildirsin veya bildirmesin,Hz.Peygamberin sözleri,fiilleri,takrirleri ve O’nun hayatına ilişkin bilgilerdir.” Diye tanımlarken,fıkıh usulcüleri,”Kur’an dışında peygamberin şer’i hüküm teşkil eden söz,fiil ve takrirleridir.” Diye tanımlamışlardır.(1)
  Hz.Muhammed (SAV)’in sünnetine ilk itiraz Zu’l Huvayrısa(2) tarafından yapılmıştır. Huneyn günü Hz.Peygamberin ganimet taksiminine razı olmayarak:”-Bu Allah’ın gözettiği bir taksim değildir.Adil ey Muhammed!” Demiş,Hz.Peygamber de ona:”-Ben adil olmazsam kim adil olur?” cevabını vermiştir.
   Kur’an’ı tek ve yeterli kaynak olarak görme fikirlerine örnek Tabiin döneminde rastlıyoruz. Mutarrif b.Abdillah eş- Şıhhıre’e(ö.H.87) birisi,”-Bize Kur’an’dan başka bir şeyden bahsetme” demiş,o da “-Allah biliyor ki biz,Kur’an’ın yerine geçecek bir şey istemiyoruz. Biz Kur’an’ı bizden iyi bilenin(SÜNNETİN) peşindeyiz.” Demiştir.Hicri II.Asırda sünnet karşıtı eğilimlerin arttığı kaydedilmiştir.İmam Şafii’ böyle bir tartışmayı el-Umm isimli kitabında yer vermiştir.(3)  Hadisleri ilk olarak reddetme eğlimini Hariciler ve Mutezile ile ortaya çıktığını söylemek yararlı olacaktır.Ancak bu itirazları sınırlı sayıda hadise yöneliktir.
   Sünneti kaynak olarak görmeme eğilimlerinin ortaya çıktığı dönemlerde, sünneti kaynak olarak görenlerin bu itirazlara cevap verdikleri görülmektedir. Yukarıdaki örnek olayda”- Biz Kur’an’ı bizden iyi bilenin(Sünnet) peşindeyiz.” İfadesi bunu göstermektedir.
  Günümüzde sünneti tamamen reddettiği söylenen gurup Pakistan kökenli “Ehl-i Kur’an” dır.Ancak onlar bile aralarında bazı hadislerin reddi konusunda anlaşmazlığa düştükleri ifade edilmektedir. Modernist yaklaşımcılardan Abduh,Reşid Rıza,Taha Huseyn,Halife Abdulhakim hadislerden mehdi,kader,fiten gibi konulara ait hadisleri reddettikleri,diğer hadisleri reddetmedikleri anlaşılmaktadır.(4)
   Hadislerin toptan reddinin oluşturacağı en büyük eksiklerden birisi esbab-ı nüzulle ilgilidir. Ayetlerin iniş nedenleri bir çok ayetin anlaşılmasın kolaylaştırmakta, ayetler nüzul sebeplerini öğrendikten sonra aydınlanmaktadır.
SÜNNETİN KAYNAK OLUŞU
   Hz.Peygamber(SAV)’in ve sünnetin tahrim yetkisi ve kaynak olması bakımından durumu günümüzde tartışmalara neden olmaktadır. Sünnetin kaynak olamayacağı, Kur’an’ın tek kaynak olduğunu ileri sürenlerin dayandığı ayetlerden birisi, ” Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.”(En’am/38)
   Ayette geçen,” Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. “ ifadesi açık bir şekilde tek kaynağın Kur’an olduğunu ifade ettiğinden Kuran başka bir kaynağın olamayacağını ileri sürmüşlerdir.
   Modernistlerden Reşid Rıza, Menar’da ayette geçen “Kitap” ‘ın,Ümmü’l Kitap,Levh-i Mahfuz,Kur’an,İlm-i İlahi anlamlarına gelebileceğini ifade eder.Kitap,kelimesinin ayette “Kur’an” anlamında kullanıldığı net değildir. Ayetin önce ve sonrasına da bakıldığında Kur’an anlamının çıkarmanın zor olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an olarak anlaşılsa bile bu sünnetin gereksiz olduğu düşüncesini uyandırmaz. Tafsilata ait pek çok bilginin Kur’an’da bulunmadığı açıktır. Reşit Rıza bu ayete dayanarak ”Kur’an her bilgiyi ihtiva eder.” Düşüncesini reddeder.(5)
   Sünnetin kaynak olarak kullanılamayacağını iddia edenlerin ileri sürdüğü ayetlerden birisi de Nahl/116.Ayettir.Ayettin meali şöyledir:” Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helâldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” (Nahl/116) Zikir edilen ayette Rasulallah’ın helal-haram kılması ile bir ifade görülmemektedir. Burada hedef peygamber değil, ayette konu edilen insanların keyfi helal-haram nitelemeleridir.(6)
  Sünnet karşıtlarının ileri sürdüğü delillerden biri de ”Hüküm Allah’ındır.” İfadelerinin geçtiği ayetlerdir. Bu ayetlerin mealleri şöyledir:” De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”(En’am/57)
   “Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”(Yusuf/40)
  “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.”(Yusuf/67)
  Bu ayetlerden sünnetin kaynak olamayacağına dair nasıl bir hüküm çıkarılıyor, değerlendirmeyi okuyanlara bırakıyorum.
   Kur’an-ı Kerim’de Hz.Peygamber(SAV)’in sünnetini  konu alan ayetler vardır. ” Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine KİTAP ve HİKMET öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (Al-i  İmran/164)  Ayette geçen Hikmet kelimesinin Sünnet olduğu konusunda ittifak vardır.Eş-Şafii,”-Hikmet Hz.Peygamberin sünnetidir.” Demiştir.(7) Ayette kitap ve hikmetin ayrı olarak zikerdilmesi, kitap ve hikmet ayrı iki kaynak olduğunun açık belgesidir.
   Hz.Peygamberden bahseden Araf/157 . Ayette: “…işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir…” denilir. Hz.Peygamberin görevinin bir kaynağı Kur’an,diğer kaynağı ise hikmet olduğu açıktır.
   Ayette helal ve pis olanın haram kılınma yetkisi Hz.Peygambere bırakılmıştır. Peygamberimize burada verilmiş olan temel ilke helal-pis olandır.Hz.Peygamber bu ilkeleri değerlendirerek helal ve haramlar Müslümanlara öğretmiştir.En’am /145 “De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.” Ayeti Araf/157 ’le açıklığa kavuşmuş oluyor.
   Sünnetin teşri yetkisi olmadığını savunanların unuttuğu Kur’an’a bir bütün olarak bakmayıp, Sünnetin amacını görmezden gelmeleridir. Ayrıca kendilerine tanıdıkları hüküm çıkarma yetkisini neden Peygamber(SAV) tanımadıkları da tartışma konusudur.
   Diğer bir ayette de Peygamber (SAV)’in tahrim yetkisinden bahsedilir: “-Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe/29) Ayette geçen Rasulun haram kılma yetkisini yok sayabilir miyiz?
  Sünnet Kur’an karşısında bir güç yada ortak değildir.Hz.Muhammed (SAV) Kur’an’ın çizdiği ilkeler içinde yetkisini kullanmıştır. Kur’an’la çelişik sünnetten bahsedilemez.En’am/145 ‘te  haram edilen, “leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvan”  dışında  ehl-i eşek,yırtıcı hayvan ve yırtıcı kuşların haram edilmesi helal ve pis olma ilkesine göre haram kılnmıştır.Namaz rekatları,yolcu namazı,zekat nisapları ve verilme oranları,hac menasiki,namazın kılınışı,kadınların özel durumları ile ilgili bir çok konu sünnetle öğretilmiştir. Sünnetin kaynak kabul edilmemesi gibi durumda benzer konularda hüküm yetkisi kime ait olacaktır? Bu yetkiyi kullanacak kişi yada merci Peygamber(SAV)’e tanımadığı yetkiyi hangi hakla kullanacaktır?
SONUÇ
   Hz.Peygamberin(SAV), Allah’ın kendisine verdiği yetkiye dayanarak Kur’an’la açıklanmayan konularda “haram” kılma yetkisi vardır. Peygamberimiz kimi zaman olaylar karşısında kişisel kanaatlarını da kullanmış bazen de uyarılmıştır. Peygamberimizin bir peygamber olarak böyle bir yetkiyi kullanamayacağını bilmemesi mümkün değildir. Ehl-i sünnet mezhepleri ve Caferiler hüküm istibat etmede sünneti kaynak olarak kabul etmişlerdir. Hatta Şafii Kur’an’la sünneti amir olması bakımından bir görür.İmam-ı Azam hüküm çıkarmada Kur’an’da bulunmayan meselelerin çözümünde sünnete baş vurduğunu ifade eder.(8)
Talat TÜRKMEN/ANKARA


(1) İslam Düşüncesinde Sünnet,Kırbaşoğlu,Hayri s.47,Fecr Yay.1993
(2) İslam Düşüncesinde Sünnet,Kırbaşoğlu,Hayri s.147,Fecr Yay.1993
(3)”Hüküm Allahındır.” Diyerek Hz.Ali’den ayrılan Haricilerin elebaşlarındandır.
(4)Kırbaşoğlu,s.135
(5)Kırbaşoğlu,s.150
(6)Hadisin Doğuş ve GelişimTarihine Yeniden Bakış
(7)Hadis Tarihi,Koçyiğit,Talat s.13,1981

(8)Muhammed Ebu Zehra,Ebu Hanife,D.İ.B.Yay.s.288
HADİSLERİN YAZILMASI TARTIŞMALARI
      Hadisler peygamberimizin dini öğretmek amacı ile söylediği bilgilerin rivayet ve kayıtla aktarma biçimidir. Peygamberler kul olmakla birlikte vahyin tebliği ,açıklanması, uygulanması ve örneklik gibi görevlerle yükümlüdürler.
    Günümüzde hadislerin günümüze taşınma biçimi ve mevzu hadislerle ilgili tartışmalar yürütülmektedir. Bu tartışmaların bir nedeni olarak bazı hadis külliyatının sağlıklı bir biçimde bize gelmediğini, hadislerin bir teşri kaynağı olamayacağı düşüncesi ile toptan red yoluna seçerken, bazıları ise belli sayıda hadislere itiraz etmektedir.
      Kaynaklar,Hz.Peygamber hayattayken hadislerin belli bir dönem yazımını yasakladığını göstermektedir. Bu dönem içinde kendisine hadislerin yazımı için izin isteyen sahabilere izin vermemiştir.Hadis yazımını yasaklayan en meşhur hadis Ebu Said Hudri tarafından rivayet edilen şu hadistir:”-Benden yazmayınız.Kim benden Kur’an’dan başka bir şey yazdı ise imha etsin.Benden rivayet ediniz,bir beis yoktur.Kim benim üzerime kasden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın.”
  Hz.Peygamber (SAV)’in   yazılmasını iyi karşılamadığına dair bir haberi de Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir:”-Biz hadis yazarken Hz.Peygamber yanımıza geldi ve:-Yazdığınız şey nedir?Dedi.Sende işittiğimiz hadisler,dedik.Hz.Peygamber:-Allah’ın Kitabından başka kitap mı istiyorsunuz?Sizden evvelki milletler Allah’ın Kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için dalalete düştüler,dedi.
   Hadislerin yazımıyla ilgili bu haberlerin ardından sahabe arasında hadis yazmak isteyenlerin faaliyetleri durdurulmuştur.Zeyd b.Sabit’in bu konuda Ebu Hureyre’ye hatırlatmada bulunduğu önemli bir örnektir.
HADİSLERİN YAZILMASINI ENGELLEYEN NEDENLER
   Hadislerin yazılmasını engel oluşturan en önemli etken Kur’an-ı Kerim’le hadislerin karışma tehlikesidir. Çünkü ilk Müslüman Arapların çoğu Kur’an’a ait olanla olmayanı ayırt edecek kadar fakih olmadıkları gibi böyle bir ölçü de yoktu.
  Hadislerin yazımını engelleyen ikinci önemli etken Arap yazısının durumu ve yazı malzemesiyle ilgilidir. Sahabenin hadis yazımı hatasız ve tam yapabilecek kadar yazı bilgisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Belazuri’nin bildirdiğine göre İslamiyet’ in ilk yıllarında Kureyş’te sadece 17 kişi okuma ve yazma bilmektedir. Ayrıca yazı için kullanılan deri,kemik, hurma yaprakları, papirüs gibi malzemenin oluşturulan metinleri sağlıklı bir biçimde uzun yıllar korumaya müsait olmadığı anlaşılmaktadır. Bunu en büyük delili Hz.Ebu Bekir döneminde iki kapak arasına toplanan mushafın Hz.Osman döneminde örnekleri çoğaltıldıktan sonra yakılmasıdır. Hz.Osman gelecekte ilkel malzeme üzerinde oluşabilecek bozulmalar ve noktalama ve harekeden yoksun Kuran metinleri üzerinde ihtilaflar oluşmasını göz önünde bulundurarak yakılmasına içtihad etmiştir. Elimizdeki Kur’an metinleri Hz.Osman’ın mushaftan yazdırdığı örneklerdir.
HADİS YAZIM YASAĞININ KALDIRILMASI
   İslam dinin yayılması ile birlikte okuma yazma bilen Müslümanların sayısının artması,Kur’an-ı Kerim’i ezberleyen hafızların çoğalması, Kur’an ve hadisler arasındaki ilginin sahabe tarafından anlaşılması gibi etkenler Hz.Peygamber (SAV)’in hadis yazımına izin vermesini saylayan etkenler arasında sayılabilir.Hz.Peygamber(SAV) Mekke şehrinde adam öldürmenin hatta diken kesmenin,kaybolmuş mallara el sürmenin haram kılındığına dair okuduğu bir hutbeyi ,Ebu Şah isminde bir Yemenli Müslüman yazmak isteyince Hz.Peygamber”-Ebu Şah için hutbeyi yazın.” demiştir.
   Rafi b.Hadic hadis yazmak için peygamberimize baş vurunca”Ya Rasulallah senden bir çok şeyler işitiyoruz;onları yazalım mı?” demiş,Hz.Peygamber de “yazınız bir beis yoktur” cevabını vermiştir.
   Abdullah b.Amr’da Hz.Peygamberden izin alarak hadis yazanlardandı. Hadisleri yazmak isteyen Abdullah’a Hz.Peygamber:”-Yaz,nefsim yed-i kudretinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki benden hak olan sadır olur.” Dedi.Amr izin aldıktan sonra bin kadar hadisten oluşan bir sahife meydana getirdi.
    Ebu Said   el Hudri’den gelen bir rivayette  hadislerin yazımının yasaklandığı dönemlere ilişkin:”- Kur’an’dan ve teşehhüdden başka bir şey yazmadık.” Demiştir.Ancak ezberinden şikayet eden Ebu Nazra’ya:”-Yazmam ve Mushaf yapmam;Allah Rasulü bize takdis ediyor,biz ezberliyorduk.Siz de bizden bizim peygamberimizden ezberlediğimiz gibi ezberleyin.” Demiştir.Öyle görünüyor ki hadis yazımının yasaklandığı dönemlerde ezberleme yöntemi ön plandaydı.
   Aslında İslamiyetin ilk yılları ve cahiliye dönemi düşünüldüğünde yazının Araplar için gerçekten bir bilgiyi saklama aracı olarak kullanılıp kullanılmadığı konusu tartışmaya açıktır. Malik b.Enes hadis yazdığı halde hıfzetmeyenden hadis alınamayacağını ifade etmiştir.Hadislerin bir rivayetinde birinci derece taşıma aracı kendi başına yazı olmadığı,ezberlemenin de aranan bir şart olduğu ortadadır.Hatta Ebu Şihab ez-Zuhri:”-Emirler bizi zorlayıncaya kadar biz ilmi yazmaktan nefret ediyorduk.” İfadesiyle ezberin daha ön planda olduğu anlaşılabilir.
   İbn Kuteybe’ye göre hadis yasağı iyi yazı bilmeyenlere mahsustu. Okuma ve yazmasında problem olmayanlara izin verilmiştir. Hadislerin yazımıyla ilgili örnek bir liste vermek gerekirse şu teşebbüsleri sıralanabilir:1.Hz.Ebu Bekir’in  sahifesi   2.Hz.Sa’d b.Ubade’nin sahifesi  3.Hz.Abdullah b.Mesud’un sahifesi  4.Hz.Ali’nin sahifesi  5.Hz.Ebu Hureyre’nin sahifesi  6.Hz.Semure b.Cündeb’in sahifesi  7.Hz.Abdullah b.Amr’ın sahifesi  8.Hz.Abullah b.Ömer’in sahifesi  9.Hz.Cabir b.Abdullah’ın sahifesi  10.Hz.Hemam b.Münebbih sahifesi
   Hz.Hemam b.Münebbih sahifesinden kısaca bahsetmek yararlı olacaktır.Hemam’ın sahifesinde bulunan her hadis Kütüb-i Sitte’de  kelimesi kelimesine aynen yer aldığı tesbit edilmiştir. Hz.Peygamber hayatta iken hadislerin yazılmadığını düşünenler Kütüb-i Sitte’yi derleyen hadis bilginlerini sahtekarlıkla suçlamışlardır. Ancak onların derledikleri hadisleri harfi harfine yer verdikleri Hemam sahifesinden de anlaşılabilir.
SONUÇ
   Hadisler Hz.Peygamber hayatta iken de yazılmış ve ezberlenmiştir.İzni  veren Allah rasulunün bizzat kendisidir.Ancak hadislerin gerek ravi ve gerekse metinleri üzerinde yapılan çalışmalarda Kütüb-i Sitte’de yer alan eserlerde hadislerin farklı sayılarda oluşu ve değerleri bakımından farklı sınıflara dahil edildikleri de ortadadır. Mevzu hadislerle,sahih olanların ayrılması son derece ciddi bir iştir.Mevzu hadisleri ileri sürerek hadislerin tamamını reddetmek ne kadar insafsız ise sahih zannedilen uydurma hadislerin de olabileceği kabul edilmelidir. Ancak bunların tesbit ve değerlendirmesin de sahabe titizliği gerektirdiği ortadadır.

  

9 Mart 2015 Pazartesi

İKTİDAR VE MÜLKİYETİN KUTSALLAŞMASI KARŞISINDA HZ.HASAN



   Hz.Hasan 624 Yılında Hz.Ali ve Hz.Fatıma’nın çocukları olarak Medine’de dünyaya geldi.Hz.Hasan’ın doğum tarihini 625 olarak da verenler vardır.Bu tartışmalar girmeyeceğiz. Hz.Hasan’la ilgili,  babası Hz.Ali’in suikast sonucu şehit edilmesinden sonra halifelik konusunda yaşanan tartışmalar daha çok akılda kalmıştır.Ayrıca Onun Rasulallah’la ilgili hatıraları  bilgilerimiz arasında geniş bir yer tutar
   Hz.Hasan ismi bizzat Hz.Peygamber tarafından verilmiştir.Bu konudaki rivayete göre Hz.Ali Hz.Hasan’a “Harb” ismini koymayı istemiştir.Hz.Peygamber onon doğumundan sonra:-Oglumu bana getirin,ona ne isim verdiniz? Demiş,Hz.Ali:”Ona Harb ismini verdim.” Deyince,Hz.Peygamber:”-Hayır! O Hasan’dır.” Demiştir.
   Hz.Fatıma Hz.Hasan’ı dünyaya getirdiğinde Hz.Peygamber onu kucağına almış,kulağına ezan okumuştur.Saçları kesilmiş ve ağırlığınca(2 gr) dirhem sadaka olarak ihtiyaç sahiplerine verilmiştir.Yedince günde de sünnet edildiği rivayetleri vardır.
   Hz.Hasan Hz.Ali ve Hz.Fatıma çiftinin ilk çocuklarıdır.Hz.Hüseyin,Zeyneb,Ümmü Külsüm,Muhassin diğer kardeşleridir.Hz.Ali Hüseyin’e de “Harb” ismini koymak istemişse de Rasulallah bu isme izin vermemiştir.Hasan,Hüseyin,Muhassin Arab geleneklerinde olamayan isimlerdendir.
   Hz.Peygamber Hz.Hasan için “Şu benim oğlum Seyyid’dir.Umulur ki Allah onunla iki Müslüman gruba barıştıracaktır.”  Hz.Peygamber (S.A.V) “Seyyid” Lakabını sadece Hz.Hasan için kullandığı kabul edilmektedir.
   Hz.Hasan hakkında  Hulefai Raşidin dönemin ait yeterli bilgi olmadığı, siyasi-idari bir görev verilmediği görülmektedir.Bunun nedenleri arasında,Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer döneminde yaşının küçük olması,ridde hareketleri,yalancı peygamber sayılabilir.
   Hz.Ebu Bekir döneminde henüz bir çocukken Minberde hutbe veren Hz.Ebu Bekir’e: “-Babamın yerinden in aşağı” dediği,Hz.Ebu Bekir’in ona:-Haklısın burası babanın yeri.” Diyerek ağladığı rivayet edilmiştir.Hz.Ömer’in halifelik döneminde ,Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin’e oğlu Abdullah’tan daha fazla maaş bağlandığı görülmektedir.Abdullah’ın itirazı üzerine onu azarlamıştır.Hz.Osman muhasara edildiğinde Hz.Ali Hasan ve Hüseyin’i , Hz.Osman’ı korumak üzere görevlendirmiştir.
HZ.ALİ VE HZ.HASAN
   Hz.Ali,Hz.Osman’ın şehit edilmesinin ardından isyancıların ve Medinelilerin baskısı sonucu halifeliği kabul etti. Hz.Ali halifeliği kabul ettiğinde Müslümanlar üç gruba ayrılmışlardı.Birinciler,Hz.Ali’nin halifeliğini kabul etmeyenler,ikinciler,Hz.Osman’ın şehit edilmesinden Hz.Ali’yi sorumlu tutanlar,üçüncüler katillerin bir an önce bulunmasını arzu edip olayların dışında kalanlar.
   Müslümanların farklı düşüncelere ayrıldıkları bu dönemde Hz.Hasan babasına önemli uyarılarda bulundu bunlardan en önemlisi:”-İnsanlar senin yanına gelip bu işi kabul etmeni istediklerinde,diğer vilayetlerden bütün insanların itaatları sana gelmeden teklifi kabul etme..” demiş olmasıdır. Hz.Hasan babasının hilafeti konusunda bazı endişeler taşıdığı açıktır.Cemel vakasında da Hz.Hasan’ın babasını savaşmaktan alıkoymak için çalıştığı ve insanların evlerinde oturmalarını istediği haberi yayılmıştır.Hz.Hasan’ın Cemel vakasından önce Kufe’ye gittiği ve Hz. Ali’nin halifeliğini kabul etmeleri konusunda ikna ettiği görülmektedir. Ancak Kufelilerin verdiği söze de tam olarak itibar etmediği anlaşılmaktadır. Bu konuyu babası Hz.Ali’de aktarmıştır. Ancak Hz.Ali onu korkak olmakla suçlamıştır. Ancak zaman Hz.Hasan’ın ne kadar haklı olduğunu gösterecektir.
   Hz.Ali ile Hz.Hasan arasında geçen bazı diyologlara bakılıdığında Hz.Ali ve Hz.Hasan arasında düşünce farklılıkları olduğu görülmektedir. Hz.Hasan’ın kişiliğinde barış yanlısı bir tutum vardır. Korkak olamadığını Hz.Osman’ın korunmasında, Sıffin savaşında göstermiştir. O sadece Müslümanların birbirlerini öldürmelerinin istemiyordu.
   Hz.Ali’nin Hz.Hasan’la ilgili bazı eleştirileri vardır.Hz.Ali’ye göre:”-Her ümmetin bir köşesi vardır.Bizim köşemiz ise Hasan’dır.” Demiştir.Başka bir eleştirisi :”-Hasan yemeğe düşkündür,harbde ondan fayda gelmez.” Bir keresinde de Hz. Hasan’ı güzel abdest olmamakla eleştirmiş Hz.Hasan da babasına:-Dün güzel abdest alan bir adamı (Hz.Osman) öldürdünüz.” Cevabını vermiştir.Hz.Ali’nin Hz Hasan’la ilgili eleştirlerinden biri de Onun çok evlendiği konusundadır.Hz.Ali Kufe halkına .-Hasan’ı evlendirmeyin O Mıtlak(çok boşayan)’dır dediği rivayet edilmiştir.
HZ.HASANIN HALİFELİĞİ
   Hz.Ali,17.Ramazan.661 yılında Abdurrahman b.Mülcem’in saldırısı sonucu yaralanmıştır. Vefatından önce:-Seni kaybedersek Hz.Hasan’a biat edelim mi? Sorusuna:-Bunu size ne emrederim ne de nehyederim.” Demiştir.İnsanlar halifelik makamına en uygun olan kişinin Hz.Hasan olduğunu düşünerek Ona biat etmek istemişlerdir. Kufelilerden Kays b.Sa’d ona:-Uzat elini Allah’ın kitabı,Peygamberin sünneti ve ihtilalcilerle savaşmak üzere sana biat edeyim” Dediği zaman Hz.Hasan ona:-Allah’ın kitabı,peygamberin sünneti üzere biat et.Çünkü bunlar diğer şartlardan önce gelir.” Demiştir.Hz.Hasan’a bu talep daha sonra da iletilmiş O :-Sizden şu sözü duymadığım sürece biatınızı kabul etmeyeceğim,barış yaptığımla barış,savaş yaptımla savaş.”  Bunun üzerine Kufeliler Hz.Hasan’a biat etmişlerdir.
   Hz.Hasan  ilk icraat olarak babası Hz. Ali’yi şehit eden Abdurrahman b.Mülcem’e kısas uygulamak olmuştur.Askerlerin maaşına zam yapmıştır.Babası Hz.Ali’nin valilerini değiştirmemiş,illere birer mektup göndermiştir.Şam ve Mısır’dan olumsuz cevap gelmiştir.Bunlar Hz.Ali’nin halifeliğinde de problem çıkaran illerdir.Şam valisi Muaviye’de başta Şam olmak üzere illerden biat istemiş,Hz.Hasan’a biat edilmemesini istemiştir.Muaviye Hz.Hasan’ın yeni,acemi ve savaştan anlamadığını ileri sürmüştür.
   Muaviye’ye Cündeb b.Abdillah ile bir mektub gönderen Hz.Hasan dönüşte Cündeb’ten bilgi almı,Cündeb,insanların Muaviye etrafında toplandığını ifade etmiştir.Hz.Hasan insanları orduya katılıp Muviye’ye karşı savaşa atılmalarını istediyse de bu davete katılmamışlardır. Kufeliler böylece baştan verdikleri sözleri unutmuşlardır.Hz.Hasan kendisine bağlı Müslümanlardan Ubeydullah b . Abbas  komutasında 12.000 kişilik bir ordu kurarak Muaviye’yi yakalayarak hapsetmek üzere görevlendirdi. Ordunun yaklaştığını duyan Muaviye ordu komutanı Ubeydullah’a bir mektup yazarak tarafına geçmesini istemiştir. Kendisine sunulan cazip teklifleri rededemeyen Ubeydullah, Muaviye’yi yakalamak için çıktığı göreve onun taraftarı olarak son vermiştir. Rivayetlere göre Ubeydullah 1 Milyon dirhem karşılığında 8000 kişi ile saf değiştirmiştir. Ubeydullah’ın saf değiştirmesi ordu üzerinde yıkıcı etki bıraktığı gibi Hz.Hasan’ı da Muaviye’ye karşı kiminle savaşacağı konusunda düşündürmüş olmalıdır. Hz.Hasan’ın ordusunda çıkan kargaşa yüzünden Ubeydullah’ın yerine komutan olan Kays .Sa’d’da öldürülmüştür.Hz.Hasan’ın ordusundan bazı kimseleri gelerek Medain’de kalan Hz.Hasan’ın namaz kılarken seccadesini altında aldıkları, elbiselerini yırttıkları, Hz.Hasan’a saldırdıkları, yaraladıkları belirtilmektedir. Hz.Hasan isyancılara :-Allah’ın laneti üzerinize olsun.Onlardan bir hayır gelmeyeceğini  biliyordum.Dün babama yaptıklarınızı bugün bana yaptınız.” Demiştir.
   Bu olaylar Hz.Hasan’ın halife olmasından 3-4 ay sonra gerçekleşen olaylar olması çok dikkat çekicidir. Öyle anlaşılıyor ki Ümeyye oğulları İslamiyet’in doğuşu ile kaybettikleri yönetimi kesin olarak ele geçirmek istemektedirler. Karşıdakilerin Ehl-i Beyt’ten olmasının da bir önemi yoktur, onlara göre. Hatta bazıları Hz.Ali’yi suçladıkları gibi Hz.Hasan’ı da müşriklik, kafirlik gibi ithamlarla suçlamışlardır. Muhtar es Sakafi Medain valisi Sa’d’a Hz.Hasan’ın boynunu vurarak Muaviye’ye göndermesini teklif etmiş ancak Sa’d kabul etmemiştir. İşin garibi Sakafi daha sonra Hz.Hüseyin’in şehit edilmesi olayından sonra Ehl-i Beyt taraftarı olarak ortaya çıkmasıdır.
   Hz.Hasan Muaviyeye  biat  istemek için mektubu yazmış, Muaviye’de Ona bir mektup  yazmıştır. Hz.Hasan bu mektubun içeriğini Muaviye’nin açıklamamış, Muaviye’nin barış isteğinde samimi olup olmadığını anlamak istemiştir. Muaviye, güç ve yetkinin kendisinde olduğunu, çok geniş maddi imkanları olduğunu, siyaseti iyi bildiğini mektubunda iletmiştir.
   Hz.Hasan’ın ordu toplayarak Muaviye üzerine yürümesi, Muaviye’den biat istemesi, Muaviye’nin yazdığı mektubun içeriğinin gizlenmesi  aslında Hz.Hasan’ın bu işe sıkı sıkı bağlandığını göstermiştir. Ancak ilk hamlede büyük yaralar almış, ihanetle karşılaşmış, kendi taraftarlarının saldırısına uğramıştır. Hz.Hasan Kufe’ye geldiğinde:”-Ben size karşı adil olması için Muaviye’yi seçtim.O size ganimetleri artıracak ve size feyinizi taksim edecektir.” Demiştir.Böylece halifelikten vazgeçtiğini ilan etmiştir.
SONUÇ
   Hz.Hasan’ın halifelikten vazgeçmesi “Kerbela” katliamını bir süre ertelemiştir. Öyle görünüyor ki Mekke’de kaybettikleri iktidarı ele geçirmek için Ümeyyeoğullarını yapmayacağı şey yoktu.Önlerine çıkan her engeli aşmaya kesin kararlı idiler. Hz.Hasan Müslümanlar birbirlerini öldürmesin diye hakkından vazgeçti. Babası Hz.Ali’nin uğradığı ihanete tanık olan Hz.Hasan, ihanete uğramaktan kurtulamamıştır. ”Ganimet” Uğruna cepheyi terk eden zihniyet, Muaviye’nin zenginliği ve kurnazlığı karşısında boyun eğmiştir. İktidar ve zenginlik karşısında  hiçbir değerin yaşayamayacağı Hz.Hasan döneminde ispatlanmıştır. Hz.Hüseyin  döneminde de zirve yapmıştır.
-----------------------------
KAYNAKLAR:
VAROL, M.Bahauddin, Hz.Hasan, DVY  2013
İbn Esir,El  Kamil