HALİFELİK
Talat TÜRKMEN
Hz.Muhammed (SAV) İslam
toplumunun peygamberi ve doğal siyasi lideriydi. Peygamberimizin vefatından
sonra, İslam toplumunun siyasi liderliğini üstlenecek, dini hükümlerin
uygulanmasını sağlayacak bir kişiye ihtiyaç ortaya çıktı. Peygamberin ardından
gelen bu lidere “Halife” Denilmiştir. Halife kelime olarak da, “Birinin
ardından gelen” demektir. Hz.Ebubekir, “Halifetü Rasulillah” ismiyle
anılmıştır.
Halifelik Kur’an ve sünnetin belirlediği, emrettiği bir yönetim biçimi
değildir. Bu hususta Kur’an ve sünnette bir delil bulunmamaktadır. Bu açıdan
halifelik, sosyal ve siyasi bir kurum olarak görünüyor.
“ Ehl-i Sünnet’in iki büyük inanç ekolünden biri olan Mâturidiliğin
kurucusu İmâm Mâturidi’ye göre, imâmet meselesi, îtikâdî bir konu olmayıp, akli
bir konudur. Zira insanların birlikte huzur ve barış içerisinde yaşayabilmeleri
için hukuki ve toplumsal bir düzenlemenin olması şarttır. Bu sebeple siyasi ve
toplumsal bir düzenin kurulması ve bunun bir başkan tarafından yönetilmesi
gerekir. Aklın yanı sıra, siyasi gelenek ve tarihi gerçekler de bir yöneticinin
olmasını gerekli kılmaktadır.”(1) Maturidi ayrıca, halifeye de
itaatin farz olmadığı düşüncesindedir. (2) Mâturidi âlimleri, devlet başkanının
belirlenmesi konusunda, Hz. Peygamber’in kendisinden sonra hiçbir kimseyi
imâmete (hilafete) tayin etmediği ve bu nedenle sahabeden herhangi bir zatın bu
görevin kendisine verilmesi için bir iddiada bulunmadığı inancındadırlar. (3)
Eş’ariler ise hilafeti içtihadi bir mesele olarak ele almışlardır.
Şiilerin konuyu itikadi bir mesele olarak ele alması, Eşarilerin hilafet
meselesini kelami konular içinde değerlendirmelerine neden olmuştur. Şiiler,
hilafetin nass’la ve vasiyetle belirlendiği ve ehl-i beyte ait olduğu
iddiasındadır. İmama itaat farz olarak değerlendirilir.
Kur’an ve sünnet yönetim biçiminden değil, yönetimin dayandığı ilkelerden
söz etmektedir. Bunların başında “Adalet “ gelmektedir. Şur’a, ehliyet, emanet
dikkat çekilen ilkelerdendir. Kur’an’ın ifade ettiği, sünnette karşılığını
bulan bu ilkelerin uygulandığı sistem İslam’ın kabul ettiği sistemdir. Yönetenin belirlenmesinde de bu ilkeler
geçerlidir. Halifenin, Hz. Peygamber’in nübüvvetle ilgili halefi
mümkün değildir. Dolayısıyla halifenin ancak devlet başkanlığına halef olduğu değerlendirilebilir.
Hz.Muhammed (SAV) Vefatından önce herhangi birini, kendinden sonra
gelecek yönetici olarak atamamıştır. Eğer atamış olsaydı peygamberimizin
vefatından sonra Medine’de Beni Saide’de toplanan Ensar, kendi aralarından bir
yönetici seçme girişimde bulunmazlardı. Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Ebu Ubeyde
b.Cerrah’ın sonradan katılımıyla toplantı yapılmış ve sonuçlanmıştır. Hz.Ömer’in (R.A) , Hz.Ebubekir’in (R.A) elini tutarak, biat
etmesiyle Hz.Ebu Bekir halife seçilmiştir. O toplantıda çok az kişi
bulunuyordu. Konu, toplantıda bulunanlarca enine boyuna, doğabilecek ihtimaller
üzerine de tartışılmıştır. Oradakilerin biat etmesi yeterli görülmemiş olacak
ki Mescid-i Nebi’de de halktan ayrıca biat alınmıştır. Hz.Ebubekir’in hilafeti
bundan sonra meşruiyet kazanmıştır. Ben-i
Saide toplantısında bulunan, Ensar’ın halife adayı Sa’d b.Ubade’nin
Hz.Ebu Bekir’e biat etmeyip, Medine’den ayrıldığı rivayetler arasındadır.
Hz.Ebubekir biat konusunda kimseyi zorlamamıştır.
Peygamberimizden sonra Müslümanların yöneticiliğini üstlenen dört
halife, farklı yöntemlerle iş başına geldiler. Dört halifenin seçilme biçimleri
sonraki Müslümanlar için belirleyici-örnek
bir yöntem değildi. Amaç kendi dönemlerindeki sorunları çözmekti.
Güncelde bizim okumamız farklı olsa da gerçek buydu. Vakıa şu ki dört halifenin
hepsi halk nazarında da meşruiyet
aramışlardır.
İlk dört halifenin üçü katledildi. Sonraki dönemde ise Emeviler hilafeti
ellerine geçirdiler. Emeviler dönemi hilafetin saltanata dönüştüğü dönem olmuş;
saltanat, Abbasiler ve Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. “Maalesef
zamanla halifenin seçilmesinde saltanatın yerleşmesi ümmetin bağımsız yöntemler
geliştirme kabiliyetini adeta yok etmiştir . Bununla beraber etnik ve mezhepsel
sorunların da derinleşmesiyle ümmet çözüm üretmekten ziyade mevcut sorunlar
girdabında enerjisini bad-ı heva etmiştir.” (4) Hulafa-i Raşidin
döneminden sonra, yönetenler, icraatlarını
dönemin din alimlerine onaylatma yoluna gitmişlerdir. Bu durum,
hilafetin oturduğu siyasi ve dini zeminin farklılaştığını göstermektedir.
Müslümanların birliği her dönemde zaruri olmuştur. Bu birliği günümüzde
zorunlu kılan sebepler arasında, İslam ülkelerinin emperyalist ülkelerce işgale
varan taciz ve saldırılara maruz kalmaları, saldırılar karşısında Müslümanların
içine düştüğü acziyeti sayabiliriz. Ancak bu birliğin bugün “Halifelik” marifetiyle sağlanabileceği fikri
ne kadar gerçekçi ve mümkündür?
Halifelik tarihini incelediğimizde gerek Hz.Ebu Bekir’in halife olarak
seçiminde gerekse halifeliği esnasında aşılması gereken vergi, ridde gibi meseleler
ortaya çıktığını görüyoruz. Hz.Osman
dönemi, yönetime itiraz ve çalkantının başladığı dönemdir. Bazı atamalar
rahatsızlık oluşturmuştur. Hz.Osman şehit edildiğinde cenazesi bir süre evden
alınamamış, namazı sayılı Müslüman tarafından kılınmış, naaşı mezarlığının dışına gömülmüştür. Hz.Ali döneminde ise Müslümanlar arasında halifelik
problemi yüzünden parçalanmalar meydana gelmiştir. Cemel, Sıffin savaşlarını hatırlamak yeterli
olacaktır. Bunları irdeleyip, sayıp dökecek değiliz. En büyük parçalanma
Emeviler döneminde yaşanmıştır. Muaviye’nin hilafeti ele geçirme yöntemi,
halifelik sisteminin saltanat-mülke çevrilmesi, Yezid döneminde yaşanan Kerbela vak’ası, Harre vak’ası hilafetin
gerçekten birliği sağlayacak sistem olup-olmadığı konusunda bizi endişeye sevke
etmektedir. Abbasi devletinin ilk halifesi
Ebü'l-Abbâs es-Seffâh’ın neler yaptığını öğrenmek isteyenler kaynaklara
müracaat etmelidirler.
Halifelik konusunda ortaya çıkan bir problem “ Halifenin Kureyş’ten
olması” dır. Hz.Ebu Bekir’in halife seçildiği Beni Saide gölgeliğinde bulunanlara
söylediği iddia edilen hadise göre “İmamlar Kureyştendir.” (Araplar Kureyş
dışında halife kabul etmez) Ensar Peygamberimize atfedilen hadisi
işittiklerinde, halifelik taleplerinden vaz geçmişlerdir. Bu durum Kureyş’ten
olmayan halifenin seçiminin olamayacağı düşüncesine götürür.
HALİFELİK KURUMUNUN GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMASI
Yavuz Sultan Selim, Memlük Devleti’ni yıktığında orada III. Mütevekkil
halife idi. III. Mütevekkil’i alıp İstanbul’a getirdi. Böylece halifeliğin
Türkler geçtiği kabul edilmiştir. Ancak Kureyş’ten olmayan birinin halifelik iddia etmesi konusu
tartışıla gelmiştir.
Halifelik, saltanatın kaldırılmasının ardından 1924’te kaldırıldı.
Halifelik böylece tarihe mal olan bir kurum haline geldi. Bu günün olay ve
kurumlarıyla, geçmişi değerlendirmek ne kadar yanıltıcı ise, dünün kurumlarını
aynen bu güne taşımak mümkün değildir. Halifelik kurumu kaldırıldığı dönemden
önce, canlı olarak var ise de gücünü yitirmiş, Müslümanları
bir ve beraber tutma kabiliyetinden uzaktı. Bugünün şartları içinde, kaldığı
yerden halifeliği canlandırıp, sürdürme mümkün görünmüyor. Ulus ve üniter yapı
halindeki milletleri böyle bir sisteme
ikna etme imkanı oldukça az görünüyor. Hele stratejik ürünleri elinde
bulunduran Müslüman ülkelerin ,kendileri dışında bir egemenliği kabul etmeleri bu
günkü konjonktürde mümkün görünmüyor. Birkaç milyondan ibaret ülkelerin
yönetiminde bile birçok problem yaşanırken, Bir buçuk Milyar Müslümanın tek
elden yönetiminde karşılaşılacak problemler daha büyük olacaktır. Çözümü de bir
o kadar zorlu…
Kabul etmemiz lazım; şartlar, sosyoloji, toplum algısı, değişmiştir. “Ümmet”
tanımında Hz.Muhammed ‘in Medine vesikasında gösterdiği anlayışı yeniden gözden
geçirmemiz, anlamamız gerekmektedir. Peki Müslümanlar birlik ve beraberlik halinde
yaşama imkanını kayıp mı ettiler? Beraberliğin sağlanması tarih olan bir
sistemle olamayacağına göre yeni bir yol bulunabilir mi? Burada aklımıza gelen
ilk soru, “Demokratik Halifelik” mümkün müdür, sorusudur. İlk dönemlerde alınan
halk biatı yerini “Oy” verme sistemi alabilir mi? Bir Buçuk Milyar Müslüman
çoklu aday içinden bir aday seçebilir mi? Halifeliğin gerçekleşmesi yönünde
Müslümanlar aralarındaki mezhepsel yaklaşımları bir an için unutabilirler mi? “Meşruiyet”
nasıl sağlanacaktır? Gibi yaklaşımlar ileri sürebiliriz. Yukarıda yer alan
soruların her biri hilafetin mümkün olup-olmadığı konusunda bilgi vermeye
yeterlidir.
Yukarıda belirtilen şartların gerçekleşmemesi halinin üniter yapının korunduğu, tüm İslam ülkelerinin
yer aldığı, İslam İşbirliği Konferansına benzer, ortak bir yapı ortaya
çıkabilir düşüncesindeyim. Dönem başkanlığı ya da dönem sekreterliği tarafından
yönetilebilir. Ekonomik birliğin ardından ortak çıkarların korunduğu, üniter
yapının geçerli olduğu siyasi birlikten
söz ediyoruz.
Teorik olarak projeden söz etmek mümkünse de pratikte çözülmesi gereken bir
çok problem ve engellemelerle karşılaşacağı ortadadır. Hele karşıtlık üzerinden
canlandırılmaya çalışılan bir kurumun oluşturulup, yaşayabileceğini
düşünmüyorum. Üstelik Ortadoğu coğrafyasında…..
DİPNOTLAR:
1. Maksut ÇETİN,
MÂTURİDİLİĞİN SİYASET (HİLÂFET/İMÂMET) ANLAYIŞI,2013 Doktora Tezi, s.119
2.Age, s.120
3.Age,s.128
4.Bkz.AYDIN,Erdal, Erken
Dönem Hilafet Örnekleri Işığında İslam’da Demokratik Bir Hilafet Tasavvuru
Mümkün mü? (Makale)
KAYNAKLAR:
1.Halifeler Tarihi,
Suyuti
2.Geçmişten Günümüze
Hilafet, İLEM YAYINLARI
3. Hulefai Raşidin Dönemi Halifeleri
Seçimleri,AZİMLİ,Mehmet (Makale)
4. Hz.Muhammedin Vefatından Sonra Hilafet Tartışmaları,
ATALAN,DR.Mehmet (Makale)
5.Sakife’deki Halife
Adayları,PARLAK,Nizamettin(Makale)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder