25 Kasım 2020 Çarşamba

 

ALLAH’TAN BAŞKASINA KUL OLAN ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞAMAZ

 

    Allah (c.c)’ın insana yüklediği sorumlulukları yerine getirmenin başlıca teminatı hürriyettir. Zorlamadan uzak, sadece bir Allah’ı yaratıcı tanımak hürriyetin doğru tanımı olmuştur. İnsan iradesinden kaynaklanan insan fiilleri, Allah’ın adeti gereği meydana gelir. Bu hayır olabileceği gibi şer de olabilir; tercih insanın.

   İrade ve hürriyet insan yaratılışının ayrılmaz parçasıdır. İrade ve hürriyetin varlığı inkar edilirse, insanın yaratılış gayesi de inkar edilir. İnsanın yaratılış gayesi net bir şekilde Zariyat/56. Ayette ortaya konur. Ayet meali şöyledir:” Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

   İnsanın imtihanı için önüne konanlarda bazıları, malların harcanması, başımıza gelen musibetler,(bkz.Al-i İmran/186),diğer insanlar(En’am/53),korku, açlık, malların eksiltilmesi, musibetler (Bakara/155-156)’dır.

   İrade ve hürriyetin inkarı ile sorumluluk, ahlak anlamsızlaşır. Birey ve toplum dağılır, yok olur.

DOĞRUNUN ARAŞTIRILMASI VE HÜRRİYET

   İnsanı düşünmeye, araştırmaya sevk eden İslam’ın kendisidir. İnsan mutluluğunun esasında gerçeği sevmek, araştırmak vardır. Bu sadece aramak planında kalmaz, gerçeğin insan ve toplum hayatında yer alması gereklidir. Gerçeğin araştırılması insanın akli ve ahlaki bütün yeteneklerini kullanarak, geliştirmesiyle mümkündür.

   Gerçeği hür bir irade ile araştırılmasıyla ilgili şu ayet çok dikkat çekicidir:” Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti…”(Bakara/260)

   Bu ayet gerçeğin araştırılması konusunda insan merakı ve sınırlarını çok iyi anlatmaktadır. Ayet üzerinde derinden düşünüldüğünde İslam’da skolastik düşüncenin olmadığının çok iyi kavramış oluruz. Allah(C.C)Zatı gibi anlayamadığımız konular insan bilgisinin sınırları ile ilgilidir.İnsan bilgisinin sınırları ,bilginin hürriyet sınırlarına kadardır.

   Bilim zihniyeti gerçeğin kabulünü zorunlu kılmaktadır. Bu aynı zamanda bir iman ve ahlak meselesidir. Gerçeği örten ve insanlara ulaşmasını engelleyenlerle ilgili şu ayet bizi uyarır:” Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.”(En’am/119)

SOSYAL HÜRRİYETİN ESASI

   İnsan kendi hürriyetinin, başkalarının hürriyetine saygı şartı ile koruyabilir. Diğer insanları yok sayan, sınırsız, sorumsuz davranış sergileyenlerin hürriyet anlayışını kabul etmek imkansızdır. Çünkü Rasul-i Ekrem (SAV) “Her kim kendi nefsi için neyi severse, kardeşi için de onu arzu etmedikçe mü’min olamaz” buyurmuştur.

   Allah (CC) bütün insanları bir tarağın dişleri gibi eşit yaratmış, onlara ayrı şahsiyetler vermiş, yeteneklendirmiştir. İnsan kendi şahsiyetini koruyup, geliştirirken, diğer insanların şahsiyet ve varlıkların da saygı duyacaktır. İnsanların farklı renk, ırk, millet olarak yaratılmasının nedeni tanışıp, bilişmeleridir.(Hucurat/13) Yaratılışın esası budur. Bunun kabul edilmemesi birlikte yaşamayı imkansız hale getirir. Cahiliye çağının “asabiye-ırkçılık-kabilecilik” zihniyeti hortlar. Müslümanların yaşadığı bir toplum “emin” toplum olmak zorundadır. ” Müslüman diğer bir Müslümanın elinden ve dilinden salim olmalıdır.”

   Hürriyet toplumun ahlaki ve ruhi düzeyiyle doğrudan ilişkilidir. Toplumun genel ahlaki yapısı ne kadar kuvvetli ise hürriyet seviyesi de o derce yüksek ve yaşanılır hale gelir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder