ALLAH’TAN BAŞKASINA KUL OLAN ÖZGÜRLÜĞE
KAVUŞAMAZ
Allah (c.c)’ın insana yüklediği
sorumlulukları yerine getirmenin başlıca teminatı hürriyettir. Zorlamadan uzak,
sadece bir Allah’ı yaratıcı tanımak hürriyetin doğru tanımı olmuştur. İnsan
iradesinden kaynaklanan insan fiilleri, Allah’ın adeti gereği meydana gelir. Bu
hayır olabileceği gibi şer de olabilir; tercih insanın.
İrade ve hürriyet insan yaratılışının
ayrılmaz parçasıdır. İrade ve hürriyetin varlığı inkar edilirse, insanın yaratılış
gayesi de inkar edilir. İnsanın yaratılış gayesi net bir şekilde Zariyat/56.
Ayette ortaya konur. Ayet meali şöyledir:” Ben cinleri ve insanları, ancak bana
kulluk etsinler diye yarattım.”
İnsanın imtihanı için önüne konanlarda
bazıları, malların harcanması, başımıza gelen musibetler,(bkz.Al-i
İmran/186),diğer insanlar(En’am/53),korku, açlık, malların eksiltilmesi, musibetler
(Bakara/155-156)’dır.
İrade ve hürriyetin inkarı ile sorumluluk,
ahlak anlamsızlaşır. Birey ve toplum dağılır, yok olur.
DOĞRUNUN ARAŞTIRILMASI VE HÜRRİYET
İnsanı düşünmeye, araştırmaya sevk eden
İslam’ın kendisidir. İnsan mutluluğunun esasında gerçeği sevmek, araştırmak
vardır. Bu sadece aramak planında kalmaz, gerçeğin insan ve toplum hayatında
yer alması gereklidir. Gerçeğin araştırılması insanın akli ve ahlaki bütün
yeteneklerini kullanarak, geliştirmesiyle mümkündür.
Gerçeği hür bir irade ile araştırılmasıyla
ilgili şu ayet çok dikkat çekicidir:” Hani İbrahim, “Rabbim! Bana ölüleri nasıl
dirilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır
(inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti…”(Bakara/260)
Bu ayet gerçeğin araştırılması konusunda
insan merakı ve sınırlarını çok iyi anlatmaktadır. Ayet üzerinde derinden
düşünüldüğünde İslam’da skolastik düşüncenin olmadığının çok iyi kavramış
oluruz. Allah(C.C)Zatı gibi anlayamadığımız konular insan bilgisinin sınırları
ile ilgilidir.İnsan bilgisinin sınırları ,bilginin hürriyet sınırlarına
kadardır.
Bilim zihniyeti gerçeğin kabulünü zorunlu
kılmaktadır. Bu aynı zamanda bir iman ve ahlak meselesidir. Gerçeği örten ve
insanlara ulaşmasını engelleyenlerle ilgili şu ayet bizi uyarır:” …Gerçekten birçokları nefislerinin arzularına
uyarak bilmeden (halkı) saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin, haddi aşanları
çok iyi bilir.”(En’am/119)
SOSYAL HÜRRİYETİN ESASI
İnsan kendi hürriyetinin, başkalarının hürriyetine saygı şartı ile
koruyabilir. Diğer insanları yok sayan, sınırsız, sorumsuz davranış
sergileyenlerin hürriyet anlayışını kabul etmek imkansızdır. Çünkü Rasul-i
Ekrem (SAV) “Her kim kendi nefsi için neyi severse, kardeşi için de onu arzu
etmedikçe mü’min olamaz” buyurmuştur.
Allah (CC) bütün insanları bir tarağın dişleri gibi eşit yaratmış, onlara
ayrı şahsiyetler vermiş, yeteneklendirmiştir. İnsan kendi şahsiyetini koruyup, geliştirirken,
diğer insanların şahsiyet ve varlıkların da saygı duyacaktır. İnsanların farklı
renk, ırk, millet olarak yaratılmasının nedeni tanışıp,
bilişmeleridir.(Hucurat/13) Yaratılışın esası budur. Bunun kabul edilmemesi
birlikte yaşamayı imkansız hale getirir. Cahiliye çağının
“asabiye-ırkçılık-kabilecilik” zihniyeti hortlar. Müslümanların yaşadığı bir
toplum “emin” toplum olmak zorundadır. ” Müslüman diğer bir Müslümanın elinden
ve dilinden salim olmalıdır.”
Hürriyet toplumun ahlaki ve ruhi düzeyiyle doğrudan ilişkilidir.
Toplumun genel ahlaki yapısı ne kadar kuvvetli ise hürriyet seviyesi de o derce
yüksek ve yaşanılır hale gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder