31 Mayıs 2025 Cumartesi

 

HALİFELİK

Talat TÜRKMEN

   Hz.Muhammed  (SAV) İslam toplumunun peygamberi ve doğal siyasi lideriydi. Peygamberimizin vefatından sonra, İslam toplumunun siyasi liderliğini üstlenecek, dini hükümlerin uygulanmasını sağlayacak bir kişiye ihtiyaç ortaya çıktı. Peygamberin ardından gelen bu lidere “Halife” Denilmiştir. Halife kelime olarak da, “Birinin ardından gelen” demektir. Hz.Ebubekir, “Halifetü Rasulillah” ismiyle anılmıştır.

   Halifelik Kur’an ve sünnetin belirlediği, emrettiği bir yönetim biçimi değildir. Bu hususta Kur’an ve sünnette bir delil bulunmamaktadır. Bu açıdan halifelik, sosyal ve siyasi bir kurum olarak görünüyor.

  “ Ehl-i Sünnet’in iki büyük inanç ekolünden biri olan Mâturidiliğin kurucusu İmâm Mâturidi’ye göre, imâmet meselesi, îtikâdî bir konu olmayıp, akli bir konudur. Zira insanların birlikte huzur ve barış içerisinde yaşayabilmeleri için hukuki ve toplumsal bir düzenlemenin olması şarttır. Bu sebeple siyasi ve toplumsal bir düzenin kurulması ve bunun bir başkan tarafından yönetilmesi gerekir. Aklın yanı sıra, siyasi gelenek ve tarihi gerçekler de bir yöneticinin olmasını gerekli kılmaktadır.”(1) Maturidi ayrıca, halifeye de itaatin farz olmadığı düşüncesindedir. (2)    Mâturidi âlimleri, devlet başkanının belirlenmesi konusunda, Hz. Peygamber’in kendisinden sonra hiçbir kimseyi imâmete (hilafete) tayin etmediği ve bu nedenle sahabeden herhangi bir zatın bu görevin kendisine verilmesi için bir iddiada bulunmadığı inancındadırlar. (3)

   Eş’ariler ise hilafeti içtihadi bir mesele olarak ele almışlardır. Şiilerin konuyu itikadi bir mesele olarak ele alması, Eşarilerin hilafet meselesini kelami konular içinde değerlendirmelerine neden olmuştur. Şiiler, hilafetin nass’la ve vasiyetle belirlendiği ve ehl-i beyte ait olduğu iddiasındadır. İmama itaat farz olarak değerlendirilir.

   Kur’an ve sünnet yönetim biçiminden değil, yönetimin dayandığı ilkelerden söz etmektedir. Bunların başında “Adalet “ gelmektedir. Şur’a, ehliyet, emanet dikkat çekilen ilkelerdendir. Kur’an’ın ifade ettiği, sünnette karşılığını bulan bu ilkelerin uygulandığı sistem İslam’ın kabul ettiği sistemdir.  Yönetenin belirlenmesinde de bu ilkeler geçerlidir. Halifenin,  Hz. Peygamber’in nübüvvetle ilgili halefi mümkün değildir. Dolayısıyla halifenin ancak devlet başkanlığına halef olduğu  değerlendirilebilir.

   Hz.Muhammed (SAV) Vefatından önce herhangi birini, kendinden sonra gelecek yönetici olarak atamamıştır. Eğer atamış olsaydı peygamberimizin vefatından sonra Medine’de Beni Saide’de toplanan Ensar, kendi aralarından bir yönetici seçme girişimde bulunmazlardı. Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Ebu Ubeyde b.Cerrah’ın sonradan katılımıyla toplantı yapılmış ve sonuçlanmıştır.  Hz.Ömer’in (R.A) ,  Hz.Ebubekir’in (R.A) elini tutarak, biat etmesiyle Hz.Ebu Bekir halife seçilmiştir. O toplantıda çok az kişi bulunuyordu. Konu, toplantıda bulunanlarca enine boyuna, doğabilecek ihtimaller üzerine de tartışılmıştır. Oradakilerin biat etmesi yeterli görülmemiş olacak ki Mescid-i Nebi’de de halktan ayrıca biat alınmıştır. Hz.Ebubekir’in hilafeti bundan sonra meşruiyet kazanmıştır. Ben-i  Saide toplantısında bulunan, Ensar’ın halife adayı Sa’d b.Ubade’nin Hz.Ebu Bekir’e biat etmeyip, Medine’den ayrıldığı rivayetler arasındadır. Hz.Ebubekir biat konusunda kimseyi zorlamamıştır.

   Peygamberimizden sonra Müslümanların yöneticiliğini üstlenen dört halife, farklı yöntemlerle iş başına geldiler. Dört halifenin seçilme biçimleri sonraki Müslümanlar için belirleyici-örnek  bir yöntem değildi. Amaç kendi dönemlerindeki sorunları çözmekti. Güncelde bizim okumamız farklı olsa da gerçek buydu. Vakıa şu ki dört halifenin hepsi halk nazarında da  meşruiyet aramışlardır.  

   İlk dört halifenin üçü katledildi. Sonraki dönemde ise Emeviler hilafeti ellerine geçirdiler. Emeviler dönemi hilafetin saltanata dönüştüğü dönem olmuş; saltanat, Abbasiler ve Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. “Maalesef zamanla halifenin seçilmesinde saltanatın yerleşmesi ümmetin bağımsız yöntemler geliştirme kabiliyetini adeta yok etmiştir . Bununla beraber etnik ve mezhepsel sorunların da derinleşmesiyle ümmet çözüm üretmekten ziyade mevcut sorunlar girdabında enerjisini bad-ı heva etmiştir.” (4) Hulafa-i Raşidin döneminden sonra, yönetenler, icraatlarını  dönemin din alimlerine onaylatma yoluna gitmişlerdir. Bu durum, hilafetin oturduğu siyasi ve dini zeminin farklılaştığını göstermektedir.

   Müslümanların birliği her dönemde zaruri olmuştur. Bu birliği günümüzde zorunlu kılan sebepler arasında, İslam ülkelerinin emperyalist ülkelerce işgale varan taciz ve saldırılara maruz kalmaları, saldırılar karşısında Müslümanların içine düştüğü acziyeti sayabiliriz. Ancak bu birliğin bugün  “Halifelik” marifetiyle sağlanabileceği fikri ne kadar gerçekçi ve mümkündür?

   Halifelik tarihini incelediğimizde gerek Hz.Ebu Bekir’in halife olarak seçiminde gerekse halifeliği esnasında aşılması gereken vergi, ridde gibi meseleler ortaya çıktığını görüyoruz.          Hz.Osman dönemi, yönetime itiraz ve çalkantının başladığı dönemdir. Bazı atamalar rahatsızlık oluşturmuştur. Hz.Osman şehit edildiğinde cenazesi bir süre evden alınamamış, namazı sayılı Müslüman tarafından kılınmış, naaşı  mezarlığının dışına gömülmüştür.   Hz.Ali döneminde ise Müslümanlar arasında halifelik problemi yüzünden parçalanmalar meydana gelmiştir.  Cemel, Sıffin savaşlarını hatırlamak yeterli olacaktır. Bunları irdeleyip, sayıp dökecek değiliz. En büyük parçalanma Emeviler döneminde yaşanmıştır. Muaviye’nin hilafeti ele geçirme yöntemi, halifelik sisteminin saltanat-mülke çevrilmesi, Yezid döneminde yaşanan  Kerbela vak’ası, Harre vak’ası hilafetin gerçekten birliği sağlayacak sistem olup-olmadığı konusunda bizi endişeye sevke etmektedir. Abbasi devletinin ilk halifesi  Ebü'l-Abbâs es-Seffâh’ın neler yaptığını öğrenmek isteyenler kaynaklara müracaat etmelidirler.

   Halifelik konusunda ortaya çıkan bir problem “ Halifenin Kureyş’ten olması” dır. Hz.Ebu Bekir’in halife seçildiği Beni Saide gölgeliğinde bulunanlara söylediği iddia edilen hadise göre “İmamlar Kureyştendir.” (Araplar Kureyş dışında halife kabul etmez) Ensar Peygamberimize atfedilen hadisi işittiklerinde, halifelik taleplerinden vaz geçmişlerdir. Bu durum Kureyş’ten olmayan halifenin seçiminin olamayacağı düşüncesine götürür.

HALİFELİK KURUMUNUN GÜNÜMÜZDEKİ YANSIMASI

   Yavuz Sultan Selim, Memlük Devleti’ni yıktığında orada III. Mütevekkil halife idi. III. Mütevekkil’i alıp İstanbul’a getirdi. Böylece halifeliğin Türkler geçtiği kabul edilmiştir. Ancak Kureyş’ten  olmayan birinin halifelik iddia etmesi konusu tartışıla gelmiştir.

   Halifelik, saltanatın kaldırılmasının ardından 1924’te kaldırıldı. Halifelik böylece tarihe mal olan bir kurum haline geldi. Bu günün olay ve kurumlarıyla, geçmişi değerlendirmek ne kadar yanıltıcı ise, dünün kurumlarını aynen bu güne taşımak mümkün değildir. Halifelik kurumu kaldırıldığı dönemden önce,  canlı  olarak var ise de gücünü yitirmiş, Müslümanları bir ve beraber tutma kabiliyetinden uzaktı. Bugünün şartları içinde, kaldığı yerden halifeliği canlandırıp, sürdürme mümkün görünmüyor. Ulus ve üniter yapı halindeki milletleri  böyle bir sisteme ikna etme imkanı oldukça az görünüyor. Hele stratejik ürünleri elinde bulunduran Müslüman ülkelerin ,kendileri dışında bir egemenliği kabul etmeleri bu günkü konjonktürde mümkün görünmüyor. Birkaç milyondan ibaret ülkelerin yönetiminde bile birçok problem yaşanırken, Bir buçuk Milyar Müslümanın tek elden yönetiminde karşılaşılacak problemler daha büyük olacaktır. Çözümü de bir o kadar zorlu…

   Kabul etmemiz lazım; şartlar, sosyoloji, toplum algısı, değişmiştir. “Ümmet” tanımında Hz.Muhammed ‘in Medine vesikasında gösterdiği anlayışı yeniden gözden geçirmemiz, anlamamız gerekmektedir. Peki Müslümanlar birlik ve beraberlik halinde yaşama imkanını kayıp mı ettiler? Beraberliğin sağlanması tarih olan bir sistemle olamayacağına göre yeni bir yol bulunabilir mi? Burada aklımıza gelen ilk soru, “Demokratik Halifelik” mümkün müdür, sorusudur. İlk dönemlerde alınan halk biatı yerini “Oy” verme sistemi alabilir mi? Bir Buçuk Milyar Müslüman çoklu aday içinden bir aday seçebilir mi? Halifeliğin gerçekleşmesi yönünde Müslümanlar aralarındaki mezhepsel yaklaşımları bir an için unutabilirler mi? “Meşruiyet” nasıl sağlanacaktır? Gibi yaklaşımlar ileri sürebiliriz. Yukarıda yer alan soruların her biri hilafetin mümkün olup-olmadığı konusunda bilgi vermeye yeterlidir.

   Yukarıda belirtilen şartların gerçekleşmemesi halinin  üniter yapının korunduğu, tüm İslam ülkelerinin yer aldığı, İslam İşbirliği Konferansına benzer, ortak bir yapı ortaya çıkabilir düşüncesindeyim. Dönem başkanlığı ya da dönem sekreterliği tarafından yönetilebilir. Ekonomik birliğin ardından ortak çıkarların korunduğu, üniter yapının geçerli olduğu  siyasi birlikten söz ediyoruz.

   Teorik olarak projeden söz etmek mümkünse de pratikte çözülmesi gereken bir çok problem ve engellemelerle karşılaşacağı ortadadır. Hele karşıtlık üzerinden canlandırılmaya çalışılan bir kurumun oluşturulup, yaşayabileceğini düşünmüyorum. Üstelik Ortadoğu coğrafyasında…..

DİPNOTLAR:

1. Maksut ÇETİN, MÂTURİDİLİĞİN SİYASET (HİLÂFET/İMÂMET) ANLAYIŞI,2013 Doktora Tezi, s.119

2.Age, s.120

3.Age,s.128

4.Bkz.AYDIN,Erdal, Erken Dönem Hilafet Örnekleri Işığında İslam’da Demokratik Bir Hilafet Tasavvuru Mümkün mü? (Makale)

 

 KAYNAKLAR:

1.Halifeler Tarihi, Suyuti

2.Geçmişten Günümüze Hilafet, İLEM YAYINLARI

3. Hulefai Raşidin Dönemi Halifeleri Seçimleri,AZİMLİ,Mehmet (Makale)

4. Hz.Muhammedin Vefatından Sonra Hilafet Tartışmaları, ATALAN,DR.Mehmet (Makale)

5.Sakife’deki Halife Adayları,PARLAK,Nizamettin(Makale)