18 Temmuz 2017 Salı

                
İKİ TARİH BİR GERÇEK
YIL 1492…
   Osmanlının 1481-1512 tarihleri arası II.Bayezid dönemidir. Sultan Bayezid döneminin 14 yılını Cem Sultan’la uğraşmakla geçirmiştir. Belki Cem Sultan sorunu, Şahkulu isyanları hükümdarlığı döneminde Onu çok yormuş olmalı. Fakat biz bu yazımızda bu sorunları ele almayacağız. Dikkat çekmeğe çalıştığımız olay belki de Osmanlının iç sorunlarına denk gelen ve Osmanlının ilgisini yeterince çekmeyen Endülüs sorunudur.
   1492 yılında Endülüs uygarlığının geriye kalmış en son kalesi Gırnata,II.Bayezid döneminde İspanya Krallığına teslim olur. İspanya’da Müslümanlar  İspanya Krallığı tarafından tam bir katliama , kültürel ayıklanmaya ve hristiyanlaştırmaya tabi tutuldular. Endülüs’teki medeniyetin izleri tamamen silinmek istendi. Gırnata’da o dönemde 30.000 civarında Müslüman yaşadığı tahmin edilmektedir.
   Aynı dönemde İspanya’da etnik temizliğe tabi tutulan ikinci toplum Yahudilerdi. Endülüs Yahudileri, İslam fethi öncesi Hıristiyan Vizigot yönetimi tarafından “sapık inanç sahibi, toplumda fesat çıkaran ve düşmanla işbirliği yapan” bir topluluk sayılarak, 694 yılında 17. Toledo Konsili’nde alınan kararla toptan köleleştirilmişlerdi. Mallarına el konulmuş ve çocukları da Katolikleştirilmek üzere ellerinden alınmıştı.
   İspanya’da zaten var olan Yahudi düşmanlığı, papazların gayretleri sonucu günden güne artmıştır. 1411 Yılında, Vincent Ferrer adında bir keşiş Kastilya’yı baştan başa dolaşarak Yahudilere vaazlar vermiş ve onları Hıristiyan olmaya zorlamıştır. Onun gerek iyilik gerekse baskı yoluyla yaptığı zorlamalar neticesinde, pek çok Yahudi kütleler halinde Hıristiyan olmuş veya öyle görünmek zorunda kalmıştır.1492 yılında İspanya’da 200.000 civarında Yahudi yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunlardan 100.000’i için “zorla göç” kararı alınmıştır. Değişik dönemlerde 40.000 yahudi Anadolu’ya yerleştirilmiştir.
  Endülüs İşgal edilmeden önce 1486-1487 Yılında Endülüs Granada Sultanı XII. Muhammed Ebu Abdullah es-Sağır’ın Sultan Beyazıd’a gönderdiği ilk elçi, Endülüslülerin yaşadığı vahim durumu bir şiirle takdim etmişti .Bu şiir 104 beyittten oluşmaktadır. Bu şiir, Endülüslü şâir Ebu’l-Bekâ Sâlih b. Şerîf er-Rundî’ye (ö. 684/1285) aitti. Gırnata’da II.Bayezid için yazılan aşağıdaki şiir onların beklenti ve ruh hallerin yansıtmaya yeter sanıyoruz(1):
   Toprakların merkezi İstanbul olan Mevla’ya selam.O ne güzel şehirdir.
   Allah’ın saltanatını ordular ve tebasında olan Türklerle donattığı kişiye selam
   Endülüs’ün batısında gurbette geride kalan kölelerden size selam
   Büyük bir felakete uğramış esirlerden size selam.Ne büyük felakettir o!
   Şerefli bir yaşamdan sonra kır saçları yolunarak koparılan yaşlılardan selam size
   Papazın yatağa götürdüğü şerefli genç kızlardan selam size
   İhanete uğradık, Hristiyanlaştırıldık, dinimiz değiştirildi.
   Eziyete uğradık, her türlü kötülükle bize muamele edildi
   Atları ve silahlarıyla büyük topluluklar halinde, azimle ve kararlılıkla çekirgeler bizi ezdiler
   Süvarilerimiz ve piyadelerimiz yok olduğunda kardeşlerimizden bizi kurtarmaya geleni görmedik
   Her sabah papaza giden kızlarımızın ve oğullarımızın durumu ne acıklıdır.
   Ey Efendimiz, Rabbimiz Allah’ın seçkin ve yarattıklarının en hayırlısı Hz. Muhammed’in adına senden       yardım diliyoruz.
   Bizim Mağlup ettiğimiz hemcinsleri, dinimizin koruması ve sözlerine sadık yüce meliklerimizin himayesi altındaydılar.
   Onlar ne dinlerinden ne de ülkelerinden çıkarıldılar; ihanete uğramadılar, onurlarıyla da oynanmadı.
   Endülüs’ün halkı da camilerde yakıldı. Tümü kömür haline geldi.
   Ey efendimiz, işte size şikayette bulunuyoruz. Başımıza gelen bütün bunlar hep yalnız kalışımızdandır.
   Ya da hepimizin mallarımızla birlikte sevdiklerimizin ülkesi olan Kuzey Afrika’ya gitmemize müsaade etsinler
   Yine dileğimiz, zillet ve kötü durumumuzdan dolayı başımıza gelen şeylere ve musibetlere son vermenizdir.
   Katliama ve asimilasyona uğratılan Endülüs Müslümanlardan imkan bulanlar Fas’a kaçtılar. Bazıları da Türk denizciler tarafından Afrika ve Osmanlı yönetimindeki Ortadoğu ülkelerine taşındılar.16.yy.Endülüs’te varlığını sürdüren Müslümanların bir kısmı İstanbul’a getirlidiler. Yahudilerse II.Bayezid’in emri ile Osmanlı topraklarına getirildiler. Selanik, Edirne, Bursa ve İstanbul gibi önemli şehirlere yerleştirildiler.
YIL 1942…
   1.Ağustos.1939 Behiç Erkin Fransa’ya Türk Büyükelçisi olarak atandı. Behiç Erkin bir çok hizmete imza atmış bir Türk devlet adamı. Türkiye Cumhuriyetinin ilk kamu müzesini, ilk demiryolu mektebini kurdu. İ.T.Ü ‘nün derslerini Türkçeleştirdi. Milli İstihbarat Teşkilatını kurucu imza sahibi 13 kişiden biri Behiç Erkin. Çanakkale Savaşında da önemli işlerin altına imzası var. Hasılı sıradan biri değil Behiç Erkin.(2)
   Aslında Behiç Erkin’i  Behiç Erkin yapan 2.Dünya Savaşı  esnasında Paris Büyükelçiliği   görevinde iken Hitler’in uyguladığı korkunç soykırım esnasında 20.000e yakın Yahudi’nin hayatını Türk Vatandaşlık Sertifikası vererek kurtarma cesareti göstermiş olmasıdır. Behiç Erkin bu çabayı toplama kamplarına götürülen Yahudileri nerdeyse tek tek buldurup Türk vatandaşı sertifakısı verdirerek yapmıştır.O tarihlerde Fransa’da 3000 muntazam,10000 dolayında gayr-i muntazam Türk yahudisi vardır.Bunlar Türk vatandaşlığından hiç vazgeçmemiş olan muntazam,Fransız vatandaşlığına geçmiş olan gayr-i muntazam Yahudilerdi.Diğer bölgelede yaşayan Yahudilerde eklenince sayı 20000 bulmaktadır. Şüphesiz ki bu Yahudilerin çoğu II.Bayezid’in 1492’de Anadolu’ya getirilen Seferad’ların çocuklarıydı.
   Türk Yahudilerin nasıl kurtarıldıklarına dair bir hatıratı kısaca anlatalım. Marsilya konsolosu Necdet Kent’e konsolosluk tercümanı  ve Yahudi olan Sadi İşcan bir haber getirir. Habere göre bir grup Türk Yahudisi toplama kamplarına götürülmek üzere Saint Charles tren istasyonuna götürülürler. Bunun üzerine harekete geçen Necdet Kent ve Sadi İşcan Alman askerleri tarafından tutuklanıp aynı trene ve vağona atılırlar. Ancak Necdet Kent,treni durdurmayı ve kendisi ile birlikte vağonda bulunan Yahudilerin Türk vatandaşı olduğunu ispatlayarak kurtarmayı başarır.
   30.Ekim.1942 tarihinde Behiç Erkin’e Fransa Türk Yahudileri Cemaati başından bir mektup gelir. Bu Bay Yakar’dan gelmektedir. Bu mektubun son bölümü şöyledir:
  “-Tarih sayfalarında ender bulunan  bulunduğumuz acıklı facia dönemi esnasında, bizim gibi felaketzedelerin, zavallıların acılarının ve hanelerinin yükünü azaltan ve yardım çağrılarımıza koşan yüce insan Behiç Bey; hayır işleri sahibi elbette ki mükafat kazanır, mükafatı hak eder.
  Tanrı Büyükelçimize bütün aile efradı ile beraber iyi günler göstersin, mutlu olsunlar. Amin…
Ulu Büyükelçimiz lütfen üstün saygılarımızı kabul ediniz.
Fransa’da yaşayan binlerce kayıtsız zavallı Musevi Türk Halkı adına…” Yakar
   İnsanlık adına yapılan ve vatandaşına her şart ve durumda sahip çıkmayı görev ve ilke edinmiş  kahramanları anlamak ve kutlamak gerekir. Ancak vermiş olduğumuz iki tarih ve olayda  son derece  dikkat çeken bir benzerlik var. O da şudur.II.Dünya Savaşı yıllarına Almanya’da çalışan Türkler vardır. Sayıları tam olarak bilinmemektedir. Bu Türklerden tespit edilenlerden bir kısmının toplama kamplarına götürülerek fırınlarda yakılmış olduğudur. Geçtiğimiz yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Dışişleri bakanlığı sırasında bu gerçeği dile getirmişti. Almanlar, sünnet olmuş olan Türkleri Yahudi zannederek ölüm kamplarına gönderdikleri zannediliyor. Bu sayı 1000 kişidir. Ancak Almanya’da çalışan Türklerin sayısı bu rakamdan çok yüksek diye tahmin ediyoruz. II.Dünya savaşı sırasında ayrıca Rus ordusunda savaşan ve cepheye sürülen Müslüman Türkler vardı. Bunların sayısı milyonla ifade ediliyor. Çoğu Almanlara esir düştü; ölüm kamplarında yok edildiler.  
   Türkiye Cumhuriyeti Devleti çoğu Türk vatandaşı bile olmayan Yahudileri ölüm kamplarından isim isim toplatarak kurtarmış ve insanlık adına büyük bir başarıya imza atmıştır. Peki Türkler ne olmuştur? Neden kurtarılamamıştır? İşte Endülüs Müslümanlarıyla benzerlik bu noktadır. Sanıyorum ki Endülüs Müslümanlarının kaderini paylaşmış olmalılar. Bundan sonrası tarihçilerin işi.
(1)Şiir,1514,Bilge,Reha,Giza Yay.s.23-24’den alıntıdır. Bilgi yönüyle de yararlanılmıştır.
(2)Türk Yahudilerinin Alman katliamından nasıl kurtarıldığına ilişkin Emir Kıvırcık tarafından “Büyükelçi”  adıyla bir kitap yazılmıştır. Kitap GOA yayınları arasındadır. Bu kitabın okunmasını son derece önemli buluyorum. Belgelere dayanılarak anlatılan olaylar döneme ait ilginç ve dikkat çekici bilgilerle doludur. Konu ile bazı bilgiler ve bu kitaptan alıntıdır. Yakar’ın mektubunun tam metni kitabın 219 sayfasındadır.

  


17 Temmuz 2017 Pazartesi

Şili’de Bir Alman Nazi Tarikatı:COLONİA DİGNİDAD(*)

   “Haysiyet Kolonisi” Anlamına gelen yukarıdaki başlık hakkında düne kadar hiçbir bilgim yoktu.2015 Yılında başlığa konu olan ”Koloni” filmini seyrettikten sonra başlığın Şili’de bir Alman Nazi’sinin kurduğu tarikat olduğunu öğrendim. Merak ettim; kısa bir araştırmadan sonra bir takım bilgilere ulaştım. Paylaşmak istedim.
TARİKAT NASIL ve NİÇİN KURULDU
   Tarikatın kurucusu,Bay Pius, kod adlı Paul SCHAEFER isimli bir Alman Nazi subayı. Şili'de, 11 Eylül 1973'te ABD destekli bir askeri darbe gerçekleşmişti. Augusto Pinochet, ordunun başına geçtikten yalnızca 17 gün sonra Salvador Allende yönetimini devirdi. Başkanlık Sarayı'na yapılan saldırılar sırasında Allende'ye teslim olması çağrısı yapıldı, fakat o teslim olmayı reddetti ve intihar etti. Allende'nin, Fidel Castro'nun kendisine hediye ettiği ve elinde tuttuğu silahla ölü bulunduğu duyuruldu .
Pinochet, anayasayı geçersiz kılarak askeri bir diktatörlük kurdu.
Pinochet diktasında Colonia Dignidad adında dış dünyaya kapalı bir komün kuruluyor. Başkent Santiago'nun yaklaşık 500 km güneyinde, 13 bin hektarlık alanı kaplayan bu yerleşimde kurulan komünün başında eski bir Nazi subayı ve rahip olan Paul Schäfer . Ülkesi Almanya'da çocukları taciz ettiği yönündeki suçlamaların ardından, Şili'ye kaçan biri.
Paul Schäfer'in, Pinochet'nin askeri rejimiyle yakın ilişkileri var ve bu sayede Colonia Dignidad'da adeta 'devlet içinde devlet' kurmuş, burada kafasına estiği gibi davranmakta özgür. Bu komünün bulunduğu mekan, aynı zamanda DINA(Şili İstihbarat Teşkilatı) tarafından bir işkence ve kimyasal silah geliştirme merkezi olarak kullanılan bir yer.
 
   Bu mekanda, komünün başındaki Paul Schäfer, "TANRININ ADAMIYIM." diyerek kendine bir cemaat oluşturdu.Bu cemaat genelde elitlerden oluşuyor. Schäfer'in, komünizmle mücadeleye aktif destek vermesi(ABD Kaynaklı Yeşil Kuşak Teorisi) de ilgi çekmesinde önemli rol oynamıştı. Cemaati kurma iznini de bu sayede almıştı.
  
  Tarikata katılmak için bağlılık yemini etmek şarttı ve yemini ettikten sonra o komünden ayrılmak kesinlikle yasaktı. Olur da kaçma girişiminde bulunursanız affetmeden öldürüyorlardı. Aynı zamanda askeri bir yer olduğu için o bölge elektrikli çitlerle çevriliydi. Bu çitleri aşsanız dahi etrafındaki ormanda gizlenmiş tuzaklar bulunuyordu.
Burada çok küçük yaşlarda alıkonulan çocuklar da bulunuyordu. Bu çocuklara yıllar sonra yetişkin olsalar dahi bir daha dış dünyayı görme fırsatı verilmiyordu.
TARİKAT SIRLARI ORTAYA DÖKÜLÜYOR
     Paul Schäfer, ülkesi Almanya'da da suçlandığı şeyi Şili'de de yapmıştı: Din adı altında kendine bağladığı, aralarında çocukların da bulunduğu insanları taciz etmişti. Olay artık farklı bir boyuttaydı, cemaatini istediği gibi kullanıyordu. İnsanların o koloniden kaçma ihtimali de kalmamıştı.
Zoraki bir şekilde, beyinleri de yıkanarak koloni üyeleri zamanla silahlandırıldı ve gizli istihbarat servisiyle kusursuz bir işbirliği geliştirmeye başladılar. Bu dikta yönetiminde yaklaşık 200.000 kişi göz altına alındı. Bunlar muhaliflerden ve kaçırılan sivillerden oluşan insanlardı.

   Bu insanların bir kısmı Colonia Dignidad'a getirilerek burada yıllarca türlü türlü işkenceler yapıldı. Kaçırılan insanların önemli bir kısmından ise bir daha haber alınamadı. Bu dönemde yapılanların bir bir ortaya çıkmaya başlaması, Augusto Pinochet'nin halk oyuyla seçimlerde kaybetmesiyle oldu. Paul Schäfer ise Pinochet'nin kaybetmesinin ardından Şili'de de aranan bir suçlu haline geldi. 1997'de bu ülkeden kaçtı. 2005 yılında bulundu. Çocuklara cinsel istismarda bulunmak ve başka suçlardan binlerce şikayet nedeniyle 33 yıl hapse mahkum edildi. 2010'da Santiago'da bir hapishanede öldü.
Jorge Zepeda adındaki bir yargıç sayesinde Colonia Dignidad'da toplu mezarlar bulundu. Augusto Pinochet'nin Nazilerle işbirliği yaptığı ortaya çıkınca ceza aldı ancak yalnızca ev hapsi verildi. 2010 yılında öldü. Colonia Dignidad'ın anlamı 'haysiyet kolonisi' demekti. Bu kadar da tezat bir anlamı vardı. Schaefer'in gizli tarikatının eski üyeleri 2006 yılında yaptıkları açıklamayla özür dilemişler, toplulukları içinde 40 yıl boyunca yaptıkları cinsel tacizler ve insan hakları ihlalleri nedeniyle affedilmelerini istemiş ve çoğu tarafından Tanrı gibi görülen Schaefer tarafından beyinlerinin yıkandığını savunmuşlardı. Şili'de yetkiler, bu Alman kolonisinin yer aldığı yerleşim bölgesinin kontrolünü 2005 yılında mahkeme kararıyla ele almıştı.Bu tarikat Türkiye'de Aravata Das ve "Paramhamsi Yogaçar Mahi Yogi" kod adlarıyla "Yoga Tarikatı"nı kurdu ve onlarca genç kadına ulaşmayı başardı.(Yukarıdaki bilgiler alıntıdır.)
.................................................................
(*)Bu tarikatla ilgili Türkçe bir araştırma kitabı yada makale(belki vardır) göremedim.Mayıs,2016 Türkiye Gazetesi yazarı Fuat UĞUR’un köşesinde bir makalesine konu olmuş.FETÖ ile bu tarikatın benzediğini ifade etmiş.