TARİKATTA MÜRİD
Mürid, sözlükte:
”İrade eden, irade sahibi” demektir. Tarikatta
mürid, “İradesini Hakk’ın ve şeyhin iradesine teslim etmiş kişi demektir. Başka
bir tanımla mürid,”gerçekte iradesi olmayandır. Müridin muradı Allah’tır.”Mürid
kelimesi “fakir”,”derviş” anlamında da kullanılır.
Müslümanlar arasında
bir vakıa olarak yaşayan tarikat içinde müridin yeri, değeri nedir, amacı nedir
gibi gündelik sorulara cevap arıyoruz. Ancak bu makale bir eleştiri değildir. Değerlendirme
okuyucuya bırakılmıştır.
Başlangıçta bireysel
bir çaba olarak gelişen tasavvufi düşünce özellikle 12.yy itibaren kavram ve
sisteme sahip olunca bireysel olmaktan çıkıp, cemaat haline dönüştü. Cemaatin
başındaki kişiye de şeyh denildi. Şeyh, tarikat piri, mürşid ve üstad manasınadır.Erol
Güngör’ün ifadesi ile şeyh, çevresinde yaşanan dini hayata itiraz eden kişidir.
Tasavvuf başlangıçta
bir şeyh, mürişid ve şeyhin yol
gösterdiği bir müride ihtiyaç göstermezken, tarikata dönen tasavvufi düşünceye,
şeyh ve mürid kavramları mecburen katılmıştır. Tarikatta müridin şeyhe ihtiyacı
vardır. Çünkü ”Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” (1)
Mürid girmiş olduğu
yolda şeyhinin kendine çizdiği eğitim yolunda yürüyecektir. Mürşid’in çizdiği
yolda ilerleyen müride “Salik” denir.Mürşidi olmayan bir müridin “Seyr-i Süluk”
etmesi, ilerlemesi mümkün değildir. Çünkü tasavvuf bilgisine göre tasavvuf
ilahi kaynaklı bir hikmettir ve bu hikmetin aktarımı ancak hikmete sahip olan
tarafından yapılabilir. Bunu yapabilecek tek kişi mürşittir.
Mürid tasavvufi
deneyimini tarikatın verdiği metodla dört aşamada tamamlar:1-Talip 2-Mürid
3-Salik 4-Vasıl
Bir tarikata katılma ihtiyacı nereden doğar? Aslında
tüm Müslümanlar İslam Dinini hakkıyla yaşamak isterler; en azından bir ideal
olarak karşısında tutar. Bir tarikata katılma ihtiyacının, dini coşkun bir
şekilde yaşama ihtiyacından doğduğunu söyleyebiliriz. Buradaki coşkunluk
kendindeki ilahi tarafı keşfedip, gerçekleştirmektir. Buna yaşadığımız döneme
ait problemlerde eklenince, yalnızlaşan insan kendini bulabileceği, yalnızlığını
giderebileceği, manevi ihtiyaçlarını giderip tatmin olabileceği bir çevre arar.
Bu öyle bir arayıştır ki ahiret mutluluğunun garantisi de olsun. Tarikatlardaki
şefaat kavramına bakılacak olursa şeyh bir anlamda Allah’ın rızasına ulaştıracak
ve cennete girmede aracı olacak ,şahit olacak en önemli kişidir. Şeyhin veli
olduğuna dair müridin kafasında hiçbir şüphe yoktur. Veli hem bu dünya hem
bizlere gizli olan alemle ilişki halindedir. Allah’tan gelen hikmeti
müritleriyle paylaşır. Aslında birçok meşhur mutasavvıf yazdıkları eserlerin
kendilerine ait olmadığını, kendilerine hikmet olarak verildiğini söylerler.(2)
Tarikata girmek isteyen mürid kendi meşrebine göre tarikat arar. Bulunca
başvurur, istihare yapar. Şeyh de tarikata girmek isteyen talibi araştırır. Uygun
görülürse kabul edilir. Arkasından beyat ve intisab alınır. Talip şeyhin huzuruna gusül abdesti alarak çıkar, diz çöker oturur.
Şeyh ile ele ele tutuşur. Şeyh müritten tövbe ve istiğfar etmesini ister. Kul haklarını ödemesini öğütler. Mürid
kendisine telkin edilenlere uyacağına dair Allah adına söz verir. ”Allah’ı Rab,
Hz.Muhammed’i peygamber Kur’an’ı rehber ve şeyhini mürşid saydığını” ifade
eder. Artık mürid sohbetlere katılmaya hazırdır.
Alınan bey’at ve
intisab tam bir bağlılık ve teslimiyet ifade ettiğinden bozmanın sorumluluğu
çok büyüktür. Kadınların intisabı ve bey’atı, sözlü veya yazılı alınır. Müridin
eğitiminin ne zaman tamam olacağına şeyh karar verir.
12.yy kadar
tarikatta şeyh-mürid ilişkisini düzenleyen kurallar bulunmadığından bireyler
yolunun beğendiği bir mürşidin yolunu taklid eder, onun öğütlerini dinlerdi. Herhangi
bir silsile yoktu. Silsile arayışı tarikatlarla ortaya çıkmıştır. Tarikatlarda tarikat büyüğüne ulaşan bir silsile ve oradan
da Hz.Muhammed(SAV) ‘e kadar ulaşan bir tam bir zincirin olması şarttır. Bu
zincir bazı tarikatlarda Hz. Ali’ye, bazı tarikatlarda Hz. Ebu Bekir’e ulaşır. Hz.Ebu
Bekir ve Hz.Ali’nin böyle bir tasavvufi oluşumun kaynağı yada içinde
olduklarını söyleme imkanı yoktur.
Sahabenin tarikatlara konu olan seyr-i süluk’u uyguladıklarına dair elimizde
herhangi bir belge de yoktur.Aslında
sahabenin keşf yoluyla deruni
hakikatlere ulaşmak istediğini
söyleyemeyiz. Onlar Kur’an ve sünnet merkezli bir hayat yaşıyorlardı.
_________________________________________________________
(1) Sözün
kaynağı net olarak bilinmemekle birlikte Beyazıt Bestami’ye ait olduğu
sanılmaktadır.(2),İbn Arabi, Fusus’l Hikem s.9
Tarikatlarda müridin eğitimi farklı
olmaktadır. Nefis terbiyesine önem veren “çile” yi bir eğitim süreci olarak
benimseyen tarikatlarda ağır ve uzun eğitim şartları vardır. Örneğin “erbain”
çıkarmaktan bin güne kadar giden bir süreç işler. Nefsin her türlü kibir, hevasını
kıracak program uygulanır. Klasik tarikat uygulamasında mutfak hizmetlerinden
başlayan eğitim bir çok alanlarda devam eder. Bazı müridler bu eğitimi
tamamlayamaz. Bunlara “ çile kırgını” denir.
Bursa kadısı iken Mahmut Üftade’nin
tarikatına katılan Aziz Mahmut Hüdai, çarşıda kaftanı sırtında olduğu
halde ciğer satar. Dergahta temizlik
yapar. Menkıbelere göre nefsini yenebilmek için tuvaleti sakalı ile temizlemeye kalkar. Ancak
şeyhi bu kadarına izin vermez.
Tarikatlarda müridin gördüğü rüyalarında
önemli olduğunu görüyoruz. Şeyh rüyalarda müridi ile iletişim kurar. Onu
yönlendirir.Bu rüyalarda görülen semboller bir hikmet olarak kabul edilir.Bu
rüyalar şeyh ile paylaşılır. Gazali’de rüyaları bilgi kaynağı olarak ele
almıştır. Rüyaları sadıka ve kazibe olarak ikiye ayırır.Sadık rüyalar Levh-i
Mahfuz’dan yansıyanlardır. Müridin şeyhi ile kurması gereken irtibatların en
önemlisi “Rabıta” dır. Rabıta müridin, Şeyhin ruhaniyetinden istifade etmesi
için gereklidir. Rabıta “Nakşiler” in uygulaması olarak girmişse de bütün
tarikatlarda uygulanan bir yöntemdir.
TARİKATTA İNANÇ SİSTEMİ
Müslümanların oluşturdukları tasavvuf ve
tarikatlarda tevhit inancının ön plana çıktığı açıkça görülür. Alemde ikilik
olmadığı gibi Allah’ın zatında da ikilik olamaz.Zat ve vücut ayrılığı
yoktur.Varlık Allah’ın tecellisidir.Alemde Allah’tan başka varlık yoktur. Bir
sufi Kur’an ve Sünnete kesin olarak bağlı olmalıdır. Zaman zaman sufiler bu konuda
eleştirilse de Gazali tasavvufu ehl-i sünnet çizgisine sokmaya çalışmış ve
sistemleştirmiştir.
Bir sufinin tasavvufun koyduğu ilkelerde inanması gerekir.
Bu ilkeler İslam kelamı veya fıkıh alanına girmez. Tamamen Ledün aleminden
yansıyanlardır. Bu ilkeler şunlardır:
Hakikatı Muhammedi,İlk tayyunla birlikte
olan varlıktır.Allah’ın İsm-i azamıdır.Muhammed,vahidiyettir.Yani Allah’ın zat
ile birlikte sıfat olarak da ortaya
çıkmasıdır. Muhammed olmasaydı hiçbir şey olmayacaktı. Çünkü Allah “Sen olmasaydın
alemleri yaratmazdım.”(1) buyurmuştur.
Kamil İnsan, kamil insan
Hz.Muhammed’dir.Allah kendini görecek ayna mesabesinde bir varlık yaratmıştır. Hz.Adem
ise o aynanın özüdür.Adem’in kuvvetlerinden de melekler yaratılmıştır. Diğer
varlıklar da Onun ruhundan yaratılmıştır. Mevlevilikte insan-ı kamil ney ile
sembolize edilir.
Vahdet-i Vücut,Allah’ın zatında ikilik
olamaz. Alemde de ikilik olamaz. Çünkü alemde Allah’tan başka bir varlık
yoktur. Tüm varlıklar Allah’ın sıfatlarının tecellisidir.(2)
Tasavvufa ait bu kavramlara ilişkin çok
ciddi eleştiriler yapılmıştır.(3)
Tasavvufta işleyen bir hiyerarşi de vardır. Hiyerarşinin
en alt kademesinde “talip”,en üstünde “Kutbu’l Aktab” vardır.Kutupların alem
üzerinde tasarrufları olduğuna inanılır.Gavslar ise müridlerinin zor anlarında
ortaya çıkarak yardımda bulunurlar.Onlar aramızda fizik olarak yaşamasalar bile
gerektiğinde fizik ve ruhani varlıklarından istifade edilebileceğine inanılır.
Bununla ilgili bir çok menkıbeler vardır.(4)
SONUÇ
Tarikatların bir hakikat, tüm hakikatlerin
hakikatine şahit olma, bir arayış olduğu ortadadır. Peki bu arayış niçin Kur’an
sünnetin kullandığı kavramlarla yapılamıyor, Kur’an sünnetin gösteremediği
nasıl bir hakikat olabilir? Sufi ve Müslüman kavramları birbirinden hangi yönü
ile ayrılır? Gibi sorular soru işareti olarak kafamızda duruyor. Cevap tasavvuf
geleneği bakımından bu sorulara cevap bulmak bilgi ile değil, seyr-i sulük’a
girmekle olur.
Tarikat sadece bir yolun değil aynı zamanda
bir mantığın temsilcisidir. Mantık olarak mutlak bir teslimiyeti temsil eder. Şeyhe
teslim olan mürid kendini Allah’a teslim olmuş hisseder. Bu sahada sadece şeyhe
yansıyan ilham ve hikmete teslim olma zorunluluğu vardır. Cari olan bu
ilhamdır. Eleştiri, şura, fikir bu alanda geçerli değildir. Bu müridin kendini
şeyhte yok etmesidir. Yani” fena fiş’şeyh”.Tarikat hayatının bildiğimiz dini
hayattan farkı,sıkı disiplin ve şeyhin müridinin vecd hayatına ait istikameti
belirleyip,yönetmesidir.
--------------------------------------------------------------------
(1) Sahih hadis kaynaklarında böyle bir peygamberimize ait
bir kutsi hadis bulunmamaktadır.
(2) Yunus Emre’nin”Ete kemiğe büründüm, Yunus diye
göründüm.” Beyiti bunu çok iyi açıklar
(3)
Bakz.Taftazani,SadettinVahdet-i Vucut,
Sarmış,İbrahim,Tasavvuf ve İslam(Ekin Yay.)
(4)
Bakz.Eflaki,Ahmet,Ariflerin
Menkıbeleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder