29 Aralık 2013 Pazar

TARİKATTA MÜRİD
  Mürid, sözlükte: ”İrade  eden, irade sahibi” demektir. Tarikatta mürid, “İradesini Hakk’ın ve şeyhin iradesine teslim etmiş kişi demektir. Başka bir tanımla mürid,”gerçekte iradesi olmayandır. Müridin muradı Allah’tır.”Mürid kelimesi “fakir”,”derviş” anlamında da kullanılır.
  Müslümanlar arasında bir vakıa olarak yaşayan tarikat içinde müridin yeri, değeri nedir, amacı nedir gibi gündelik sorulara cevap arıyoruz. Ancak bu makale bir eleştiri değildir. Değerlendirme  okuyucuya bırakılmıştır.
  Başlangıçta bireysel bir çaba olarak gelişen tasavvufi düşünce özellikle 12.yy itibaren kavram ve sisteme sahip olunca bireysel olmaktan çıkıp, cemaat haline dönüştü. Cemaatin başındaki kişiye de şeyh denildi. Şeyh, tarikat piri, mürşid ve üstad manasınadır.Erol Güngör’ün ifadesi ile şeyh, çevresinde yaşanan dini hayata itiraz eden kişidir.
  Tasavvuf başlangıçta  bir şeyh, mürişid ve şeyhin yol gösterdiği bir müride ihtiyaç göstermezken, tarikata dönen tasavvufi düşünceye, şeyh ve mürid kavramları mecburen katılmıştır. Tarikatta müridin şeyhe ihtiyacı vardır. Çünkü ”Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.” (1)
  Mürid girmiş olduğu yolda şeyhinin kendine çizdiği eğitim yolunda yürüyecektir. Mürşid’in çizdiği yolda ilerleyen müride “Salik” denir.Mürşidi olmayan bir müridin “Seyr-i Süluk” etmesi, ilerlemesi mümkün değildir. Çünkü tasavvuf bilgisine göre tasavvuf ilahi kaynaklı bir hikmettir ve bu hikmetin aktarımı ancak hikmete sahip olan tarafından yapılabilir. Bunu yapabilecek tek kişi mürşittir.
  Mürid tasavvufi deneyimini tarikatın verdiği metodla dört aşamada tamamlar:1-Talip 2-Mürid 3-Salik 4-Vasıl
  Bir tarikata katılma ihtiyacı nereden doğar? Aslında tüm Müslümanlar İslam Dinini hakkıyla yaşamak isterler; en azından bir ideal olarak karşısında tutar. Bir tarikata katılma ihtiyacının, dini coşkun bir şekilde yaşama ihtiyacından doğduğunu söyleyebiliriz. Buradaki coşkunluk kendindeki ilahi tarafı keşfedip, gerçekleştirmektir. Buna yaşadığımız döneme ait problemlerde eklenince, yalnızlaşan insan kendini bulabileceği, yalnızlığını giderebileceği, manevi ihtiyaçlarını giderip tatmin olabileceği bir çevre arar. Bu öyle bir arayıştır ki ahiret mutluluğunun garantisi de olsun. Tarikatlardaki şefaat kavramına bakılacak olursa şeyh bir anlamda Allah’ın rızasına ulaştıracak ve cennete girmede aracı olacak ,şahit olacak en önemli kişidir. Şeyhin veli olduğuna dair müridin kafasında hiçbir şüphe yoktur. Veli hem bu dünya hem bizlere gizli olan alemle ilişki halindedir. Allah’tan gelen hikmeti müritleriyle paylaşır. Aslında birçok meşhur mutasavvıf yazdıkları eserlerin kendilerine ait olmadığını, kendilerine hikmet olarak verildiğini söylerler.(2) Tarikata girmek isteyen mürid kendi meşrebine göre tarikat arar. Bulunca başvurur, istihare yapar. Şeyh de tarikata girmek isteyen talibi araştırır. Uygun görülürse kabul edilir. Arkasından beyat ve intisab alınır. Talip  şeyhin huzuruna  gusül abdesti alarak çıkar, diz çöker oturur. Şeyh ile ele ele tutuşur. Şeyh müritten tövbe ve istiğfar etmesini ister. Kul  haklarını ödemesini öğütler. Mürid kendisine telkin edilenlere uyacağına dair Allah adına söz verir. ”Allah’ı Rab, Hz.Muhammed’i peygamber Kur’an’ı rehber ve şeyhini mürşid saydığını” ifade eder. Artık mürid sohbetlere katılmaya hazırdır.
  Alınan bey’at ve intisab tam bir bağlılık ve teslimiyet ifade ettiğinden bozmanın sorumluluğu çok büyüktür. Kadınların intisabı ve bey’atı, sözlü veya yazılı alınır. Müridin eğitiminin ne zaman tamam olacağına şeyh karar verir.
  12.yy kadar tarikatta şeyh-mürid ilişkisini düzenleyen kurallar bulunmadığından bireyler yolunun beğendiği bir mürşidin yolunu taklid eder, onun öğütlerini dinlerdi. Herhangi bir silsile yoktu. Silsile arayışı tarikatlarla ortaya çıkmıştır. Tarikatlarda  tarikat büyüğüne ulaşan bir silsile ve oradan da Hz.Muhammed(SAV) ‘e kadar ulaşan bir tam bir zincirin olması şarttır. Bu zincir bazı tarikatlarda Hz. Ali’ye, bazı tarikatlarda Hz. Ebu Bekir’e ulaşır. Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ali’nin böyle bir tasavvufi oluşumun kaynağı yada içinde olduklarını söyleme imkanı  yoktur. Sahabenin tarikatlara konu olan seyr-i süluk’u uyguladıklarına dair elimizde herhangi bir belge  de yoktur.Aslında sahabenin keşf yoluyla deruni  hakikatlere ulaşmak istediğini  söyleyemeyiz. Onlar Kur’an ve sünnet merkezli bir hayat yaşıyorlardı.                                                                                                                                               
_________________________________________________________
(1) Sözün kaynağı net olarak bilinmemekle birlikte Beyazıt Bestami’ye ait olduğu sanılmaktadır.(2),İbn Arabi, Fusus’l Hikem s.9
 Tarikatlarda müridin eğitimi farklı olmaktadır. Nefis terbiyesine önem veren “çile” yi bir eğitim süreci olarak benimseyen  tarikatlarda ağır ve  uzun eğitim şartları vardır. Örneğin “erbain” çıkarmaktan bin güne kadar giden bir süreç işler. Nefsin her türlü kibir, hevasını kıracak program uygulanır. Klasik tarikat uygulamasında mutfak hizmetlerinden başlayan eğitim bir çok alanlarda devam eder. Bazı müridler bu eğitimi tamamlayamaz. Bunlara “ çile kırgını” denir.
  Bursa kadısı iken Mahmut Üftade’nin tarikatına katılan Aziz Mahmut Hüdai, çarşıda kaftanı sırtında olduğu halde  ciğer satar. Dergahta temizlik yapar. Menkıbelere göre nefsini yenebilmek  için tuvaleti sakalı ile temizlemeye kalkar. Ancak şeyhi bu kadarına izin vermez.
  Tarikatlarda müridin gördüğü rüyalarında önemli olduğunu görüyoruz. Şeyh rüyalarda müridi ile iletişim kurar. Onu yönlendirir.Bu rüyalarda görülen semboller bir hikmet olarak kabul edilir.Bu rüyalar şeyh ile paylaşılır. Gazali’de rüyaları bilgi kaynağı olarak ele almıştır. Rüyaları sadıka ve kazibe olarak ikiye ayırır.Sadık rüyalar Levh-i Mahfuz’dan yansıyanlardır. Müridin şeyhi ile kurması gereken irtibatların en önemlisi “Rabıta” dır. Rabıta müridin, Şeyhin ruhaniyetinden istifade etmesi için gereklidir. Rabıta “Nakşiler” in uygulaması olarak girmişse de bütün tarikatlarda uygulanan bir yöntemdir.
TARİKATTA İNANÇ SİSTEMİ
   Müslümanların oluşturdukları tasavvuf ve tarikatlarda tevhit inancının ön plana çıktığı açıkça görülür. Alemde ikilik olmadığı gibi Allah’ın zatında da ikilik olamaz.Zat ve vücut ayrılığı yoktur.Varlık Allah’ın tecellisidir.Alemde Allah’tan başka varlık yoktur. Bir sufi Kur’an ve Sünnete kesin olarak bağlı olmalıdır. Zaman zaman sufiler bu konuda eleştirilse de Gazali tasavvufu ehl-i sünnet çizgisine sokmaya çalışmış ve sistemleştirmiştir.
   Bir sufinin  tasavvufun koyduğu ilkelerde inanması gerekir. Bu ilkeler İslam kelamı veya fıkıh alanına girmez. Tamamen Ledün aleminden yansıyanlardır. Bu ilkeler şunlardır:
   Hakikatı Muhammedi,İlk tayyunla birlikte olan varlıktır.Allah’ın İsm-i azamıdır.Muhammed,vahidiyettir.Yani Allah’ın zat ile birlikte sıfat olarak  da ortaya çıkmasıdır. Muhammed olmasaydı hiçbir şey olmayacaktı. Çünkü Allah “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım.”(1) buyurmuştur.
   Kamil İnsan, kamil insan Hz.Muhammed’dir.Allah kendini görecek ayna mesabesinde bir varlık yaratmıştır. Hz.Adem ise o aynanın özüdür.Adem’in kuvvetlerinden de melekler yaratılmıştır. Diğer varlıklar da Onun ruhundan yaratılmıştır. Mevlevilikte insan-ı kamil ney ile sembolize edilir.
   Vahdet-i Vücut,Allah’ın zatında ikilik olamaz. Alemde de ikilik olamaz. Çünkü alemde Allah’tan başka bir varlık yoktur. Tüm varlıklar Allah’ın sıfatlarının tecellisidir.(2)
   Tasavvufa ait bu kavramlara ilişkin çok ciddi eleştiriler yapılmıştır.(3)
   Tasavvufta işleyen bir hiyerarşi de vardır. Hiyerarşinin en alt kademesinde “talip”,en üstünde “Kutbu’l Aktab” vardır.Kutupların alem üzerinde tasarrufları olduğuna inanılır.Gavslar ise müridlerinin zor anlarında ortaya çıkarak yardımda bulunurlar.Onlar aramızda fizik olarak yaşamasalar bile gerektiğinde fizik ve ruhani varlıklarından istifade edilebileceğine inanılır. Bununla ilgili bir çok menkıbeler vardır.(4)
SONUÇ
   Tarikatların bir hakikat, tüm hakikatlerin hakikatine şahit olma, bir arayış olduğu ortadadır. Peki bu arayış niçin Kur’an sünnetin kullandığı kavramlarla yapılamıyor, Kur’an sünnetin gösteremediği nasıl bir hakikat olabilir? Sufi ve Müslüman kavramları birbirinden hangi yönü ile ayrılır? Gibi sorular soru işareti olarak kafamızda duruyor. Cevap tasavvuf geleneği bakımından bu sorulara cevap bulmak bilgi ile değil, seyr-i sulük’a girmekle olur.
   Tarikat sadece bir yolun değil aynı zamanda bir mantığın temsilcisidir. Mantık olarak mutlak bir teslimiyeti temsil eder. Şeyhe teslim olan mürid kendini Allah’a teslim olmuş hisseder. Bu sahada sadece şeyhe yansıyan ilham ve hikmete teslim olma zorunluluğu vardır. Cari olan bu ilhamdır. Eleştiri, şura, fikir bu alanda geçerli değildir. Bu müridin kendini şeyhte yok etmesidir. Yani” fena fiş’şeyh”.Tarikat hayatının bildiğimiz dini hayattan farkı,sıkı disiplin ve şeyhin müridinin vecd hayatına ait istikameti belirleyip,yönetmesidir.
--------------------------------------------------------------------
(1)      Sahih hadis kaynaklarında böyle bir peygamberimize ait bir kutsi hadis bulunmamaktadır.
(2)      Yunus Emre’nin”Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” Beyiti bunu çok iyi açıklar
(3)       Bakz.Taftazani,SadettinVahdet-i Vucut, Sarmış,İbrahim,Tasavvuf ve İslam(Ekin Yay.)

(4)      Bakz.Eflaki,Ahmet,Ariflerin Menkıbeleri