PARA & DİN VE DİRENİŞ: BİR DEĞERLER
KRİZİ
Talat Türkmen
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın geçtiğimiz günlerde Katar’da
gerçekleştirdiği Gazze konulu toplantısından, beklendiği üzere, “kınama”
dışında hiçbir somut adım çıkmadı. Artık kınamak, diplomatik dille “biz bir şey
yapamayacağız” demenin başka bir şekli. Ne yazık ki, kınamanın bile içinin
boşaldığı bir çağdayız.
Bunun şaşırtıcı olmadığını kabul etmek, duruma alışmak değildir
elbette. Ancak İslam ülkelerinin İsrail'e karşı yıllardır ortak bir tutum
geliştirememesi, yalnızca siyasi zayıflıkla açıklanamaz. Daha derinlerde, daha
kadim bir mesele yatıyor: para ve ticaretin kutsallaştırılması.
Araplarla Yahudilerin, soy açısından “amca çocukları” oldukları
söylenir. Bu sadece bir benzetme değil; tarihsel olarak ortak karakter
özellikleri de taşırlar. İki toplumda da ticaret ve para, hayatın
merkezindedir. Öyle ki savaş zamanlarında bile bu ticari bağlar kesilmez. Kimi
zaman savaşın bizzat kendisi bile, ticari dengeler uğruna sona erdirilir ya da
başlatılır.
Din ile ticaretin kesişim noktasında yaşanan gerilim, yeni değil.
Kur’an-ı Kerim, bu konuda oldukça çarpıcı bir örnek sunar. Hz. Muhammed, bir
cuma günü hutbe verirken, Medine’ye Suriye’den bir ticaret kervanı gelir.
Cemaate gelen Müslümanların çoğu, hutbeyi yarıda bırakıp alışverişe yönelir. Bu
durum, Cuma Suresi’nin 11. ayetinde şöyle anlatılır:
“Onlar, bir ticaret veya eğlence gördükleri zaman ona yönelip seni
ayakta bırakıverdiler. De ki: Allah’ın katında olan, eğlenceden de ticaretten
de üstündür. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Bu ayet, sadece bir tarihî olayı değil, bugünün Müslüman toplumlarına
da bir uyarıdır. Zira aynı davranış, farklı biçimlerde bugün de tekrar
ediliyor: Gazze bombalanırken ticari anlaşmalar yürürlükte kalabiliyor;
yüzlerce çocuk hayatını kaybederken iş birlikleri kesilmiyor, elçilikler
kapatılmıyor. Çünkü ticaret, ibadetten de, insan haklarından da, hatta can
güvenliğinden bile önce geliyor.
Bazı Arap tarihçilerin “kapitalizmin mucidi Adam Smith değil,
Araplardır” demesi boşuna değil. Mekke, tarih boyunca bir ticaret şehriydi.
Peygamber bile bir tüccar olarak yetişmişti. Ancak o, ticareti ahlakla terbiye
etmişti. Bugün ise tam tersi bir durumla karşı karşıyayız: Ahlak, ticaretin kâr
hanesine zarar vermemesi şartıyla dikkate alınıyor.
Filistin meselesi, sadece siyasi bir kriz değil, aynı zamanda ahlaki
bir turnusol kâğıdıdır. Hangi ülke ne kadar tepki gösteriyor, kim ne kadar ses
çıkarıyor, kimler suskunluğa bürünüyor — hepsi, değerler manzumesinin gerçek
yüzünü gösteriyor.
Kınamalar yetmiyor. Çünkü bazı şeyleri kınayarak değil, ancak bedel
ödeyerek değiştirebilirsiniz. Ticari anlaşmalar gözden geçirilmeden, diplomatik
çıkarlar ikinci plana atılmadan, gerçek bir dayanışma kurulamaz.
Bu çağda din, yalnızca camilerde yaşanıyorsa; ticaret ise her yerdeyse,
sorun inançta değil, önceliklerde demektir.