15 Haziran 2025 Pazar

 

BEŞ LİRALIK SAAT

“Beş liralık saat de, beş bin liralık saat de aynı zamanı gösterir.” derler, doğrudur. Ancak sözün özü olan “zaman” kimin umurunda? Zamanın tanımı tartışmalı. Var mı, yok mu, o bile belli değil. Şimdi durduk yerde zaman üzerinde felsefi tartışmaya ne gerek var, diyebilirsiniz. Zamanı tartışmanın felsefi bir sonucu olamaz. Felsefenin varlığına aykırı. Böyle olunca konu sözün nesnesine, yani saate gelip dayanıyor: Beş liralık, beş bin liralık saat.

Zamanı doğru gösteriyor diye beş liralık saat ön planda olsaydı, beş bin liralık saatlere ihtiyaç olmayacaktı. Nedir bu saat meselesi? Sosyal sınıf. Sosyal sınıfı belirleyen, gelir. İşte beş bin liralık saat hikâyesi buradan başlıyor.

Zarf, mazruf meselesi de buna benziyor. “Zarfa değil, mazrufa bak.” demişler. Yani önemli olan zarfın içindeki. Zarf onun taşıyıcısı.

Nasrettin Hoca bunun doğru olmadığını “Ye kürküm ye.” diyerek ispatlamıştı. Yani önce zarf. Mazrufa sıra gelir mi, bilinmez.

Vaktinde bir haber dinlemiştim. Soruyor:

“– Bir fincan kahve için bu fiyat fazla değil mi?”

Cevap:

“– Evet, fazla. Ancak bir fincan kahveye bu parayı veremeyecek insanlarla aynı ortamda bulunmak istemiyorum.”

Beş liralık saatin, mazrufun önemli olmadığı bir çağdayız. Bir hocam,

“– Giydiğin ayakkabı, taktığın saat sosyal sınıfını ele verir.” demişti.

O zaman bildiğimiz birkaç saat, ayakkabı markası vardı. Ancak o kadar. Cebimize göre pahalı görünen bu eşyalar, sonradan duyduğumuz markalar yanında bayağı alt sınıf giysileriymiş. Biz ne bilelim timsah derisi ayakkabıları, “Versace” markasını… Şimdi de öyle. Marmaris’te geceliği 100.000 TL olan otel olduğunu, dört beş sene önce ortaya çıkan kepazeliklerden sonra öğrenmiştik.

Eskiden ayakkabıda aradığım ilk özellik fiyatı, sonra “içi, dışı deri” olmasıydı. Rahatlık en son test. Zaten en fazla üç çift ayakkabımız olurdu.

Ancak ben yine aynı düşüncedeyim: Zamana bakarım, mazruf zarftan kıymetlidir.